Van'da Eski Zaman Kışları
Van'da Eski Zaman Kışları
Soğuk kış gecelerinde geniş duvarlı toprak damlı evlerin küçük penceresinden perdeyi şöyle bir aralayıp sokak lambasının ışığında düşen karları bir seyrangâhdaymış gibi hiç seyrettiniz mi? Pencereden seyre dalıp uzak ülkelerin dağ başlarında gezen cevelân ruhunuzun köşelerinde kalmış eski zaman kışlarının lezzetini bilmem hatırlar mısınız? Tabiat beyaza bürünüp beyaz gelinlikler giydiğinde, artık o an itibariyle karın saltanatı cihana hakim olmuş demektir.
Her şey karın hükmüne tabidir. Pencerelerinden vecde benzeyen bir sükûnetle karın yağışı gönlümüzü beyazın en lâtif tonlarına büründürür. Kar düştükçe ruhunuz ılık bir suda yıkanıyor gibi hissedersiniz.
Karın saltanatı ile birlikte gökyüzünün ve yer yüzünün ruhumuza verdiği temizlik hissi ile sanki bir kadın sandığının sabun ve lavanta çiçeği kokan hoş havasını hissetmeye başlarsınız. Uzak vadilerden, tepelerden gelen velveleli köpek uğultuları bilinmez zamanlardan, bilinmez ülkelerden gecenin sükûnetini yarar biz çocukların ruhunu korkuyla karışık bir kozmik sükûnete salardı.
Odanın içinde yanan sobanın kızgın alevleri karanlığın gölgesini yararak tavanda âhenkli bir gölge ve ışık oyununa dönüşür, çocukluk varlığımızı, muhâyyilemizi alıp karlı dağ başlarına doğru götürürdü.
Anam zaman zaman sobanın böğrüne iki odun atar üstündeki demliğin sesi sobanın sesiyle hem âhenk evdeki sıcak huzuru bestelerdi. Dışarıda rüzgar esip, fırtınalar hüküm sürerken, evin içinde sıcak muhabbeti tamamlayan sobanın ışıldayan ateşi ve mışıldayan sükûtu kalplere çoğalmış bir zevk verirdi.
Aslında çocukluğun kışları bütün kışların şahididir. Bu mevsimler ruh âlemimize kendi mührünü basmıştır. Kozmik hâfızanın uğultusu içinde şehrin gecesini göklerin beyaz kumaşıyla işleyen karın senfonisi zihnimizin köşelerinde kalan en güzel tâdları ve görüntüleri ihsâs ederdi. Ebediyetten gelen beyazlık dünyanın üzerine düşünce gece yıldızlar ile karaağaçların kavakların tenhalığından gelen rüzgarın uğultusuna kulak verirdim. Sanki ruhumu kaplayan karın sesi her uğultuyu en güzel bir besteye kalb ederdi.
Yüksek deniz ülkesinin ortasında uzanan bu kadim şehrin kış mâcerasını hangi eser hülâsa edebilir şimdi. Ey kerem sahibi! Kötü görenlerin gözlerini beyaza gark edip, beyazınla bütün ayıpların üstünü örten! Sen ne güzel mehtapsın. Ne güzel şafaksın.
Ey insanın taşımakta aciz kaldığı hamuleyi asırlardır sırtında taşıyan Şinar ülkesinin ihtiyar dağı Erek! Kaç ömür kervanı geçti eteklerinden? “Ereğin karı menem. Gün vursa erimenem” diye diye hicrânını feryâdını sana döken âşıklar şimdi hangi unutulmuş mezar taşındadır. Yıldızlı bir gecede senin için yollarını kaybetmiş dervişler şimdi hangi seyyâhın duasındadır.
Göğsündeki serin pınar başlarında asırlık uykularına dalmış evliyâlar hangi servilerin söğütlerin gölgesine yatmaktadır. Yedi yıl yerde yatıp çürümeyen âşığın âhı hangi sazın telindedir? Şehrin bağlarına kar düştü mü horhorun buz pâresi suları tenperver bir ürpertiye dönüşürdü. Ey topraktan yorganını kendi üstüne çekmiş asırlık uykusuna dalmış kadim şehir! Nerde olursak olalım gönlümüzdeki bütün yollar sana çıkmaktadır. Ve hâlâ biçâre hayat artığı sessiz harabelerinde eski neşeli günlerin uğultuları gelmektedir.
Ey huzur bucağının denizi! Gölge dönüp gün bitende akşamın ateş ve ışık gölü bütün sularını kavurup altın bir kâdahe kalb ederken karla birlikte göklerden gelen bir ışık şehrin güzelliğine düşerken, gönüllere de uzak gurbet ellerde memleket türkülerinin yakıcı tâdı ve alevi düşerdi.
Bizim taraflara kış gelip akşam garipliği bastı mı uzun kış gecelerinde bütün kış duvarların içine kapanmış eski şehir hayatındaki toprak damlı evlerde tandır başlarında Zühre ile Tahir, Kerem ile Aslı, Emrah ile Selvi hikayeleri dinlenirdi. Ve hâlâ var mıdır? Bilmiyorum bu hikayeler kapalı bir odada birden bire ışık almış bir avize gibi ruhumuza tesir eden o nur yüzlü nineler.
Sait Ebinç'in sitedeki diğer yazıları için Tıklayınız
Bunlar da ilginizi çekebilir