Çile'den Cemre'ye Van'da Halk Takvimi Geleneği
Van'ın kent hafızası Sait Ebinç Hocamız, değme meteoroloji uzmanlarına taş çıkartan Van Halk Takvimi Geleneğini yazdı...
Hâlâ hayret ettiğim bir nokta var! O da eski zaman insanlarının dört duvar içinde ömür geçirmelerine rağmen mevsim döngülerini ve kozmik değişimleri gökyüzünün görüntüsüne bakarak bir rasathane isabetiyle bilmeleriydi. Bütün kış ömrü dört duvar içinde geçen babaannemin bunları nasıl kesin bir şekilde bilip kıl kadar yanılmadığının sırrını hâlâ çözememişimdir.
'Değme Meteoroloji Uzmanlarına Taş Çıkartan' Halk Takvimi
Havalar konusunda değme meteoroloji uzmanlarına taş çıkaran bütün bu mevsim dönümlerinin kozmik bilgisi hangi tecrübenin ve irfanın eseriydi halen anlamış değilim.
Bir bakarsın zamanı gelince şeb-i yelda deyip durur, vakti gelir gelmez “Çarşambaya Çileye gireceğiz” derdi. Ben de çocuk dimağımla sorardım Çile nedir?
Şeb-i yelda nedir?. O da hiç üşenmeden bana bu mevsimlerin dönümlerini bir masal tadında anlatırdı. Mesela Çile’nin kışın en uzun gecesi olan 21 Aralıktan başlayarak “kırk” gün süren ağır soğuklar olduğunu ondan öğrenmiştim.
Bizim Van taraflarında buna Farisi kültürünün ağırlığıyla çile (kırk ) diğer yörelerde Arapça kırk anlamında gelen “Erbain” dendiğini sonradan öğrendim. Rahmetli babaannem “Çilede ayılar uykuya dalarlar acıkıp susayınca tabanlarını yalarlar!” derdi. Bazen de “Hamsin’in çıkmasına üç gün kaldı der.” Onun bana anlattığı dimağımda bir lezzet gibi kalan masallardaki zaman ve mekan kavrayışındaki bu kozmik derinliği hep merak ederdim.
İhtimal ki onun bu kozmolojik irfanı eski zamanların uzun kış gecelerinde ortalıktan el ayak kesilip evlere kapanınca tandır başlarında anlatılan Emrah ile Selvi, Yusuf ile Züleyha Kerem ile Aslı hikayeleri Yazıcoğlunun Ahmediyesi ve Hazreti Ali cenklerinden beslenmişti. Bazende odanın kapı pervazına asılı olan saatli maarif takviminin yapraklarında onun mevsim ve havalarla ilgili bu bilgisinin doğruluğunu görünce hayretler içinde kalırdım. O’nun sıklıkla söylediği bir tekerleme de vardı.
“Eze koydum, büze koydum, tandır başında dize koydum kış her şeyini toplayıp bir devenin terkisine binip çekip gidiyor”
“Hani benim güzelleriyle sere serpe gezenlerim?”
diyerek neşe içinde baharın habercisi Hacı Leyleklerin geldiğini Leyleklerden sonra sazende bülbüllerin Van’ın çayır ve çimenlerinde feryada başladığını söylerdi.
'Baharın Müjdecisi Cemre'
Bazende “Bak balam torpağdan ılık ılık buhar çıkıyor cemre torpağa düşmüş” derdi. Baharın ilk müjdecileri cemrelerdi. O vakit ki miladi takvime göre Şubatın yirmisinden başlayarak birer hafta ara ile cemreler suya havaya ve toprağa düştüğünü söylerdi.
Cemrenin sözlükteki asıl anlamı “ateş tanesi”; buradaki, asıl anlamı ilk baharın başlangıcında sıcakların azar azar artması anlamındaydı. Cemre’nin diğer bir anlamı da Mekke’de hacı olurken bir defa atılan taş anlamına da gelmekteydi.
Baharın ikinci müjdecisi ise Leyleklerin bizim diyarlara buyurmasıyla başlardı. Leylekleri pencereden gören ilk kişi;
Hacı Leylekler Hacdan geliyorlar!!
Hayırlı uğurlu olsun Leylekler geliyor!. çığlığını basar basmaz:
“Aman çocuklar ayakta göreyim!” diye kocakarılar da bile yerlerinden fırlayan fırlayana
Hikmeti şu; ayakta gören o sene çok gezermiş; otururken gözü ilişen de köşe kadısı olur çıkarmış. Leylekler ilk göründükten sonra bir daha görünmezlerdi. Ancak sulak alanlarda çayırlarda ya da köye giderken Göllü Köyü’nün telefon direklerinin tepelerinde yapmış oldukları yuvalarda teveffuk ederdik. Bazende rahmetli babaannem Kışın son kozu son nefesi olan Nisan’daki Camuş Kıran soğuklarının hikayesini anlatırdı. Camuş Kıran’dan sonra kışın bütün her şeyini toplayıp bir devenin terkisine binip gittiğini söylerdi.
'Erek Dağının Tüm Kar Sularını Toplayan Akköprü'
Baharın üçüncü müjdecisi de ağaçların tomurcuklanışı, çiçeklenişi; bademlerin eriklerin envai türlü çiçeklerle donanmış olmasıyla başlardı. Van’ın bağlarında çayır çimenler adam akıllı yükselmeye başlayınca eyyam-ı baharın zamanları gelmiş olurdu. O vakitlerde Erek dağının bütün kar sularını toplayan Akköprü deresi feryat ve figan içinde başını dağlara çarpa çarpa derin yarlardan vadilerden sıçraya sıçraya geçerek en nihayet Van ovasına gelir orada birkaç kehriz suyunu kendine katarak bir dilber gibi bağların bahçelerin arasından aheste aheste süzülerek aşağıdaki denize vasıl olurdu. Bahar aylarında Akköprü Deresindeki şenliğin büyüleyici bir yanı vardı. Dere kenarındaki çimen ve çayırlardaki kadınların ulu söğüt altındaki sohbetleri, bir tarafta semaverin dumanı harikulade bir öğlen sonrasındaki güzelliğin bu kesitini tabiatın içindeki bu şiirsel tablonun resmedilmesi için memleketimin zevk sahibi sanatkarları Cemil Altaylı’nın Hüseyin Ayça’nın Rıfat Çalışkan’ın Recep Şenli’nin paletlerindeki hercai renklere fırçalarını dokundurmayı bekliyor….
Akköprünün Hıdırellez safalarını bir başka yazıda kaleme alacağım