Dün okudum Ahtamaranın öykülerini ihtiyâr bir ceviz ağacının serin ve sessiz gölgesinde. Beyhûde dolandım durdum şehr-i dilarânın eski zaman bahçelerinde. Dinledim başımı dayayıp semt-i hamuşanın erimiş möhreden kalmış asırlık bir taşına.
Kaç bahar geçti bu viran bağlarda? Kaç güneş battı bu servilerin serin yaprakları arasında? Kaç bağban kaç bostancı yanık ve alevli türküler söyledi bu ağaçların lütufkâr gölgesinde. Bir zamanlar bu zerâfetin bu âsaletin bu zevkin son şahitleri kim bilir hangi türküleri terennüm etti bu bahçenin melûl akşamlarında. Kaç geçmiş zaman güzelleri ellerinde seleler dolu bağın bahçenin mevyesini taşıdı.
Mevlana âşk ülkesi herkesin bildiğincedir diyor. Bizim aşk ülkemiz zannımca bütün göl kıyıları ve göl mehtabının seyredildiği bu bahçelerdir. Şahin Akçap gölün ve memleketimin neşidesiniyazmış öykülerinde. Zaman dediğimiz mevhum hâtıraların, hayâllerin ve rüyâların toplamından oluşan insanın hafızasının kendi içsel serüveniyle dokuduğu bir gergeftir.
Bireyin hafızasıyla toplumun hafızasının ritimleri hemhâl olduğunda ortak tarih, ortak bilinç ve sezginin oluşmasına sebep oluyor. Şahin Akçap’ın öykülerinde bu ortak sezginin hayal ve hafızada yer etmiş tâdlarını yeniden hissediyorsunuz.
Şahin Akçap hemşehrimiz bizim. Muhitimizin insanı; Yazılarına hayatın sıcaklığını taşıyan bir yazar. Şehri bütün köşe bucağıyla içerden yakalamış. Ahtamaranın öyküleri Akçap’ın bir tür içsel zaman yolculuğudur. İç düşünce insanın kendi kendisiyle konuşmasıdır aslında. Akçap’ın öykülerinde gözlerle gönülleri dolduran, doyuran güzellikleri anlamak için ihtimal ki Van’da doğmuş yahut yaşamış olmak lazım. Akçap’ın öykülerinde hissettiğimiz bir tür geçmiş şehrimizin nefesi ve büyüsüdür.
Yıllarca Van’ın köylerinde öğretmenlik yapmış bir yazarın zengin tasvirleriyle örülmüş bu öyküler. Şahin Akçap’ın öyküleri Mahmut Makal’ın 1950’lilerde yazdığı “Bizim Köy”ü tedai ettirdi bana. Şahin Akçap’ın öykülerinde memleketimin mevsimleri, evleri, bahçeleri, merteği kerpici geveni bu yolculuğa refâkat etmekte.
Dün Yeke bağda okudum bu öyküleri. Yeke bağ çocukluk rüyâlarımın bağı. Bu bağ itikâfa çekilmiş bir ruh semtinin öteki adıydı benim için. Nenem boyuna kül taşırdı bu bağlara. Bu bağların güzelliği âsaleti zerâfeti âsırlık ocaktan gelmiş o sade temiz ruhlu insanların tabiat sevgisi, insan sevgisi merhâmeti ve hidâyetine bağlıydı. Yeke bağ sanki zamanın uzun yollarından gelmiş Van Gölünün sahiline sığınmış yorgun muhacir bir kuş gibiydi. Ben bu bağın eski zaman möhrelerinin üstünden sarkan hanımellerinin kokusunu gönlümüzü okşayan eller gibi hatırlıyorum.
Zamanın yıpratıcılığından yakasını kurtaramayan bu möhreler sanki hâlâ cennetin eşiğinde yarım kalmış bir rüyanın taşlara sinmiş yakıcı alevden türküsünü terennüm eder. Zaman ömrümüzün muttasıl nehri gibi gelip geçmekte bu hazan bahçelerinden. Veuyuyan gölün ağır uykusunda zamanın sessiz kayıkları hâlen asırlık bir hicrânın ninnisini bestelerde durur. İçimizdeki bir taraf Tamara için ölen çobanın ejeri gibi bir nehir perisine dönüştüğüne inanır. Ve ruhumuzun gece kuşları asırlardır adanın münzevi tenhalığında yaşlı bir badem ağacının kuytu gölgesinde batan güneşin kızıl akşamlarının içinden çıkıp gelecek gemileri beklerde durur.
Van YYÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sait Ebinç