Eski Van'ı Anlatan Güzel Bir Yazı

Van YYÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sait Ebinç'ten Eski Van'a anlatan güzel bir yazı;

MÖHRELİ BAĞDA MAHREM ve ELÎM BÎR FACÎA

Başlığa bakarak hemen magazinel dedikodu merağınızı gıdıklayacak sansasyonel mâceralı bir âşk yahut izdivaç hikayesi okumaya hazırlanıyorsanız boşuna zahmet etmeyin. Çünkü bu anlatacağım vâkıa o türden bir vakıa değil. Bu sefer hayat-hususiyemin daha ciddi bilimsel ve tarihi yönü ağır basan bir yönūyle müşerref olacaksınız. Eski Van'ı hatırlayanlar iyi bilir. Neredeyse bütün şehri tamamıyla kaplayan bahçe ve bostanlardan bahsetmek kadirşinaslığın ta kendisi olacaktır. Çocukluk günlerimizin geçtiği zamanlarda bu şehir gerçekten uçsuz bucaksız bağlar ve bahçeler içindeydi. Apartman cinnetine teslim olmadığımız o sâadetli zamanlardı. Şehrin en meskûn mahallelerinde bile gönül ferahlatan bahçelerimiz vardı. O vakitler bahçeler şehrin içinde değil, şehir bahçeler içindeydi.

Van'da Çocukluk

Çocukluğumuz o kadar çok zengin kaynaktan besleniyordu ki mekânların isimlerini tarihini, coğrafyasını muhayyilemizde mânalandırmak beyhudeydi o yaşlarda. Çünkü çocukluğun cennetinde hatıraların tarihi olmaz sadece mevsimler olur. Van'da mahalle çocukları için mevsimin bütün meyve ağaçları erik elma, armut, sırasını savdıktan sonra geriye ancak güz aylarında meyvelerini verebilen ayva ve yumuşan kalıyordu. Bu yumuşan ve ayva ağacı. Ömer Yarımbatman'ın teyzesinin evinin penceresinin tam dibindeydi. Ağacın bir yaprağı kımıldasa evden duyulacak mesafedeydi. Dolayısıyla bu iki ağaçtan meyve aşırmak mahalle çocukları arasında en zor ve en çetin olanıydı. Bunun için mahalle çocukları arasında hem organize olmayı hem de bir yığın strateji gerekiyordu.

Mahallenin Şergade Çocukları

Bu bağ ve bahçelerden meyve aşırma hususunda bu fakir pederinin sıkı tembih ve tecritlerinden dolayı mahalle ve sokak arkadaşlarıyla fazla teşriki mesaisi olmadığından pratik cesareti ne yazık ki zayıf kalmıştı. O nedenle ben umumiyetle bu tür teşebbüslerin fiili ve fiziksel emek cephesinden çok fikirsel emek cephesinde yer alırdım. Toplumsal işbölümü gereği bu tür teşebbüslerin fiili emek cephesinde ise umumiyetle mahallenin en cesur şergede ve münzür çocukları yer alırdı. Hadi bir iki heyva (dikkatinizi çekerim ayva değil heyva) koparıp yakalanmadan bahçe sahibi gelinceye kadar tabanları yağlayıp tüymek stratejik açıdan mümkündü. Fakat Yumuşan ağacı öyle değildi ki. Yumuşan ağacı yüksek olduğundan ağacın meyveleri, bir elin uzanacağı mesafeden çok uzaktı. Bu tür meyveleri taş atarak indirmek de kabil olmadığından Yumuşan ağacının gövdesine tırmanmak teknik ve bir o kadarda tehlikeli bir zorunluluktu. Mâzâllah ağacın başında yakalandın mı!!! Bir yığın azar, mahcubiyet üstüne de temiz bir meydan dayağıyla bu teşebbüsün akâmete uğraması kuvvetli bir ihtimaldi. Sonuçları ağır olan bu teşebbüse öyle herkes kolay kolay cesaret edemezdi. Ancak mahalle çocukları arasında birilerinin manevi cesaret ve takviyesi bazende provakasyonuyla gaza gelip bu tehlikeli teşebbüse soyunanlarda yok değildi. Bu yumuşan ağacına tırmanma teşebbüsleri mahalle çocukları arasında umumiyetle hüsrân ve hezimetle sonuçlanırdı.

Bahçe Sahibinin Gazabı

Bahçe sahibinin gazabından kurtulamayan çocuklar böğrüne yemiş oldukları dirsekler bazende bir iki hafif tokatlarla bazen de ufak azarlarla durumu kurtarırlardı. Bir defasında mahallenin münzür çocuklarından biri yine bu Yumuşan ağacına tırmanma teşebbüsünde bulunmuş talihsiz bir şekilde hüsrâna uğrayıp rahmetli Mustafa Yarımbatman'a yakalanıp bir de üstüne temiz bir meydan dayağı yiyen çocuğun dayağın acısı geçtikten sonra yakalanma faciasının kritiğini ve tahlilini çocuklar arasında yaparken kendi üstüne hiç alınmayarak esâsen kabâhatin ve kusurun Yumuşan ağacının o kadar evin dibine dikilmesinden kaynaklandığını söylemesin mi!!!. Yumuşan ağacı bahçenin uzak bir bir noktasına dikilseymiş bu kadar köteği yemeyeceğini söylemesini hiç unutamam. Efendim sadede gelip tarihi teşübbüsümle ilgili esas vakıa geçelim.

'Vıla Oğlum Her Defasında Dayağı Biz Yiyioruz'

Efendim birgün kerpiç evin sokağa bakan penceresinden dışarıya bakıyorum. Canım fena halde sıkkın pederim habire oku diyor. Bu oku kelimesi umumiyetle o zamanlar ebeveynimiz tarafından hep emir kipiyle kullanılan sevimsiz bir kelimeydi. Baktım mahellenin çocukları sokakta karargah kurmuş sıkı bir iş üzerindeler. Merak ettim yanlarına yaklaştım. Meğerse çocuklar möhreleri yüksek bir bağdan ayva aşırmak için plan ve proje geliştiriliyormuş. Ben her zamanki teorik zekamla öne atılarak ince stratejiler geliştiriyorum. Muhtemel riskler, zayiatlar, yakalanma esnasında yapılacak şeyler. Yakalandıklarında ya anne babaları duyarsa onlara karşı verilecek cevaplar. Yani anlayacağınız ilk örgütsel kültürümüzü bu tür teşebbüslerle geliştiriyoruz. Mahallenin çocukları arasındaki fikirsel mevkideki konumum ve otoritem daha önceki bir vakıaya kadar sorgulanmayacak kadar kavi ve kabul görmüştü. Fakat daha önceki bir teşebbüste mahellenin Nankör çocuklarından biri bahçe sahibine yakalanıp üstüne temiz bir meydan dayağı yedikten sonra dayağın acısından olacak ki bilinci yerine gelir gelmez "Vıleee olum!!! Her defasında dayağı biz yiyiyoruz meyveleri de bu Sait " Kendisi hiç bizimle hiç bir bahçeye girmiy... yalandan ben size fikir veriyem" diyerek bu fakire yönelerek itirazda bulundu. Bu nankör çocuk benim bu tür teşebbüslerdeki o mühim ve mûhkem fikirsel emek ve gayretimi göz ardı etmişti. Toplumsal işbölümü ve mevkime yapılan bu itiraz ve isyan sınıfsal bir niteliğe de sahipti. Bu nankör uşağ benim ganimetdeki payımın (bilimsel olsun diye solcu arkadaşlar buna "Artık ürün" de diyebilirler) payımın haksız olduğu türünden dostluğa dayanışmaya aykırı fikirler ileri sürdü.

İlk Hırsızlık

Efendim bu fakirde sırf arkadaş grubu ve toplumsal dayanışmaya hâlel gelmesin diye " Herşey nazariye(teori) değil biraz da amel(pratik) yapalım" diyerek ömr-ü hayatında ilk kez bahçelerden meyve aşırma işinde fiili ve fiziki olarak teşebbüs etmişti. Ziyaret edeceğimiz bahçe yüksek möhrelerle çevrili Ekim ayında ancak meyvelerini veren ayva ağaçlarıyla dolu bir bahçeydi. Ayva ağaçları bizim Van'da umumiyetle bahçe ve belgon kenarlarında olurdu. Her şey tamam, muhtemel riskler, stratejiler hepsi hesaplanmış ve çizilmiş. Bahçeye yaklaştığımızda diğer çocuklar yüksek möhreli duvarın üstüne tırmanıp el pratikliğiyle bahçeye inmeden duvar üstünden ayvaları koparıp ceplerine hızlı bir şekilde doldurmaya başladılar. Fakat benim boyum çocukken kısa olduğu için (gerçi şimdi de kısa) bir kaç kez teşebbüs etmeme rağmen möhreye tırmanamadım. Ben de her zamanki teorik aklımla bahçelere kanalların arkların girdiği möhrelerin altında suyun bahçeye girmesini sağlayan küçüçük bir ark genişliğinde kare biçimindre sal taşlarla yapılmış küçük geçitler olurdu. Bu ark geçitleri ancak benim gibi çelimsiz bedene sahip olan çocukların girebileceği hacim ve genişlikteydi. Bu geçitten başımı sokar sokmaz kafamın yanı başında gözlerimin önünde kırk altı numaralı bir çift ayak görmez miyim.!!! Hazin ve elim bir tesadüfle bahçe sahibiyle müşerref olduğum o anda bütün strateji ve teori çökmüştü. Benim için ne buyük talihsizlik!!! Bahçe sahibi için ise ne büyük saadet!! Tasavvur ediniz adetâ bir giyotindeki kurbanlık gibi. Gövde ve kollar duvarın içinde sıkışık sadece kafa bahçenin içinde. Heyhat ne talihsizlik ne talihsizlik!!! Ve başımın ucunda öfkeli bir bahçe sahibi. Bir benzerini ancak Tom ve Jeri'nin çizgi filimlerinde rastlayacağınız bu elim olay ne yazık ki Van'ın bağ bahçe ve peyzaj tarihinde eşine az rastlanan bir vakıa olarak bu fakirin başına geldi. Tam burada kedinin başını fare deliğine sokup deliğin arkasında sinen farenin kedinin tavayla kafasını vura vura yıldızlar uçuştuğu manzarayı hatırlayınız. Bahçe sahibinin elleri tava kadar olmasa bile yine çok sertti. Savunmasız belangaz bir halde baktım gelen darbelerden kendimi kurtarma imkanım yok en son çaresiz adamın bacağını ısırarak gövdemi geri çekip kaçtım. Diğer çocuklar ise bu teşebbüsten maliyetsiz ve bedelsiz duvardan atlayıp kaçıp gitmişlerdi. Bu sefer diğer çocukların keyfinin bedelini bu fakir ödemek zorunda kalmıştı.
Editör: Nihat Işık