YAŞAR KEMAL’İN KALEMİNDEN 1951 YILINDA VAN: HİÇ BİR YERİ VAN KADAR SEVEMEDİM

DÜNYADA VAN

Erkenden çıkın Van’ı gezmeye.

Bu şehri öğrenmek, tanımak mı istiyorsunuz sabahı kaçırmayacaksınız, ille sabah…

Şehir sabahleyin soyunmuştur, çırılçıplaktır.

Van’da sabahleyin her evin önünü, evin önü sokaksa sokağı, caddeyse caddeyi bir kadının süpürdüğünü göreceksinizdir.

Hani, herkes evinin önünü süpürürse, bütün şehir temiz olacaktır, sözü var ya işte bu lâf tatbik yerini burada bulmuş.

Kim demiş Vana şehir diye?

Adı çıkmış Van’ın.

Ben şehirdir diyemiyorum, inadımdan mı?

İnanın ki değil.

Van, şehir değil de ondan.

Van dağınık, koskocaman bir köydür.

Yirmi otuz doğu köyünü bir araya getiriniz, oldu işte size Van!

Kendimi çok kandırmaya çalıştım çok uğraştım, elimden geleni yaptım da, şu Vana bir türlü şehir diyemedim.

Olmuyor, insan kendi kendini aldatamıyor. Köy olsun… Bir yer köye benzerse kötü mü olur?

Bence olmaz.

Van da kötü, çirkin bir yer değil.

Gördüğüm yerler arasında Van kadar hiç bir yeri sevemedim, insanı sarıveren, kucaklayan bir sıcaklığı var Van’ın. Toprağı taşı sıcak, insanları sıcak, insanları kardeş…

Otur bir kahveye, tanısınlar tanımasınlar merhaba diyorlar, kırk yıllık ahbabmış gibi hal hatır soruyorlar. Misafirlikte de yok Van’ın eşi. Van, çok tabi.

Köy dedim de…

Minaresiz şehir olur mu? Van’da bir tek minare bile göremezsiniz. Camiler bile toprak dam.

Çok erkenden de sığır böğürtüleriyle uyanıyorsunuz. Bir çobanın, önünde bir bölük sığır. Bir de bakıyorsunuz, Va’nın en büyük caddesi Şerefiyeden geçip gidiyor. Her Allanın günü bu böyle.

Sonra yüklü öküzler, soyulmuş kavak yüklü katar katar olmuş kağnılar Şerefiyeden geçip gidiyorlar.

Pazar yerinde kavakları satacaklar. Burada kereste o kadar pahalı ki, adam Van’da doğru dürüst bir ev göremeyişine hak veriyor.

Erkenden çıkın Van’ı gezmeye.

Bu şehri öğrenmek, tanımak mı istiyorsunuz sabahı kaçırmayacaksınız, ille sabah…

Şehir sabahleyin soyunmuştur, çırılçıplaktır. Van’da sabahleyin her evin önünü, evin önü sokaksa sokağı, caddeyse caddeyi bir kadının süpürdüğünü göreceksinizdir.

Hani, herkes evinin önünü süpürürse, bütün şehir temiz olacaktır, sözü var ya işte bu lâf tatbik yerini burada bulmuş.

Cümle evlerin önü süpürülmüş, sulanmış, tertemizdir. Ya böyle yapmayıp her işi belediyeye bıraksalardı geçilmezdi Van sokaklarından.

Geçilmezdi tozdan topraktan. Neden mi? Size söyleyeyim.

Van’a benzer şehir dünyada göremezsiniz de ondan. Van’da yer toprak, gök toprak. Evler toprak dam…

Bahçe duvarları, avlu duvarları topraktan. Çit arama, taş duvar arama, parmaklık arama, tel arama…

Safi toprak. Caddeler toprak, sokaklar toprak!

Çok geniş bir cadde olan Şerefiye caddesi bile ancak yarı-yarıya parke döşeli. Birkaç resmî yapı dışarı, bütün şehir topraktan.

Evlerin çoğu tek katlı ve alçacık.

Kenarlara doğru damların yüksekliği bir metreye iniyor. Damların üstünde koyun, keçi yavrularını oynaşırken gördüm.

Bu kerpiç dünyasının kendine mahsus bir de mimarisi var.

Bunca yıl kerpiç evler üzerinde durulmuş, özelliği olan bir mimarisi de mi olmasın?

Gerçekten çok güzelleri var bu kerpiç evlerin.

Van’a gelmeyenlerin, Van hakkında bilgileri az olanların çoğu, onu gölün kıyısında sanır.

Bana da öyle geliyordu. Van, göle tam yedi buçuk kilometre uzaklıktadır.

Van’la, göl arasında Koca Evliya Çelebi’nin de dediği gibi, çökmüş bir deve gibi duran Van kalesi vardır.

Van Kalesi, Kraliçe Semiramis’in kalesidir.

Bu kaleyi kurmuş derler. Bir de efsanesi vardır onun üstüne.

Eski Van şehri de bu kalenin dibindedir.

Eski Van şehri Birinci Dünya Savaşma kadar meskűnmuş.

Vanlılar hicretten dönünce, burasını yakılmış yıkılmış bulmuşlar, bir daha da orada oturmayıp, şehri şimdiki yerine, yukarı doğru çekmişler.

Eski Van, yan bellerine kadar yıkılmış minareleri, kubbeleri sökülmüş camileri, birer toprak yığını, birer tepecik olmuş evleriyle, kalenin dibinde bomboş, ıpıssız uzanmış duruyor.

Şehir harabesi görmek isteyen, burasını görsün.

Bacalardaki isler bile silinmemiş. Bir de kalenin üstüne bir minare yapmışlar, onun da yarısı yıkılmış.

Uzaktan fabrika bacası gibi gözüküyor. Burçları kerpiçten kale gördünüz mü?

Kerpiç kale olur mu? Van kalesinin bir burcu kerpiçten. Daha sapasağlam duruyor.

Van’ın bir kısmı da son depremde yıkılmış.

Bir mahallesi var, o da eski Van gibi, ona da «Harabe mahalle» diyorlar.

Şerefiye caddesinin arkası pazar yeri.

Gez dolaş Van’ı, nereye gidersen bit, gelip geleceğin yer pazar yeridir. Şehrin daha kalabalık yeri yok. En kalabalık zamanında Van çarşısının bir ucundan gir, insanları saya saya öbür ucundan çık.

Büyütmüş değilim işi. Van bu kadar işte.

Tek canlılık, tek hareket merkezi pazar yeridir.

Geniş, tiftikli nakış pantolonlu, üstü yün örme, altı kendir ayakkabılı köylü erkekleri, başları «kofbli, bol, üstüste fistanlar giymiş, inanılmayacak kadar çok cıncık boncuk takmış, burunları hırızmalı köylü kadınları alış veriş ederken seyredeceksinizdir.

Bir yanda yüklü öküzler, kağnılar eşekler bekleşiyordur. Bir yandan da iki nalbant öküz, manda nallıyordur. Bir manda nallanırken başında durdum.

Birkaç adam mandanın başına, beline ipler bağlayarak hayvanı yıktılar. Koca hayvan gürültüyle yere düştü.

Sonra nalbant dört ayağının arasına bir ağaç uzatıp, dört ayağı da iyicene bağladı.

Yan yatırdılar. Nalları çakmaya başladı nalbant.

Kadınlar pazar yerinde, hayvanların taze pisliklerini topluyorlar. Çok gayretli bir kadın gördüm. Öküz, eşek, inek pisliklerini yere düşürmüyor.

Pazar yerinin ortasına koca bir öbek yapmış.

Van ıpıssız, Van bomboş ama, pazaryeri kaynaşıyor.

Van’a gelip, Van’da gezip de Van kedisinden söz açmamak olur mu?

Ne derler adama?

Bunca ünü var bu kedilerin.

Ben de soruşturdum bu kediler ne âlemde, diye.

Kimisi, artık bu kedilere kıymet vermiyorlar, nesil tükenmek üzeredir, dedi.

Kimisi de, kedi gayet bol, hemen hemen her evde bir tane bulunur, dedi. Sonuncular doğru çıktı. Her evde kedi var.

Bu kediler büyücek, sütbeyazdır.

Yumuluverdiler mi bir pamuk yığınıdır sanıyorsunuz. Öylesine apak.

Sonra, Van kedilerin en büyük özellikleri gözlerinde- Gözlerden biri mavi, öteki sarıdır. Bazılarının gözlerinde ise türlü türlü renkler bir aradaymış.

Ben böylesini görmedim.

Yalnız, bir kedinin gözlerinden biri mavi, ötekinin sarı olduğuna tanıklık edebilirim. Gözlerimle gördüm. Taşıt güçlüğü olmasa, her isteyen, Bir Van kedisi -edinebilir.

Sonra, Vanlılar bu kedileri parayla da satmıyorlar.

Dostlara hediye.

Batıda Yeşil Bursa’ysa, doğuda da Yeşil Van… Yalan değil, «Yeşil Van». Her evin bir bahçesi var.

Bahçesizi yok bu yerin. Her ev de birer inek besliyor.

Koyunları olan evler de var. Şehrin yarısından çoğu da ekip biçiyor. Şehir öylesine geniş tutulmuş ki Ekrek dağı ile göl arasını kaplamış gitmiş, iki bin kilometre kare diyorlar- On beş bin nüfus için çok değil mi?

Üstü namnı namnı karlı Ekrek dağı, altı belki de dünyanın en güzel suyu, Van gölü. Tabiat vermiş vereceğini.

Havasının üstüne hava, suyunun üstüne su yok. Van’da duyulan her ses, biraz da, su şırıltısıdır. Bir zamanlar, dünyada Van… sözü muhakkak ki boşuna değilmiş.

Çalışılırsa şimdi de doğru olabilir. Ama nerede Van, nerede boz beygir?

Van yıkılmış da yapılmamış.

Bu gidişle yapılmayacağa da benziyor.

Vanlılar kadar şehirleriyle ilgisiz insanlar hiç bir yerde göremezsiniz.

Bundan dolayıdır ki, Van, Van olamayacaktır. Bahtsız diyar.

Şu güzel Vana acıdım, Vana yüreğim yandı doğrusu.

07.06.1951
Yaşar Kemal
Kaynak: Bu Diyar Baştan Başa

Editör: Nihat Işık