Elim Bir Uşkun Vakası

Efendim seksenli yıllar Van’da bağların bahçelerin çayır çimenin yeşile boyandığı pırıl pırıl güneşli bir Mayıs ayındayız. Van’ın cadde ve sokaklarında uşkun, balık çiriş satan satıcıların seslerinin duyulduğu vakitler. O yıllarda çok seyredilen Hababam Sınıfı filminin tesirinden midir nedir bilinmez. Fakat o filmlerdeki sahneleri aratmayan vakıaların mekteplerde sıkça yaşandığı seneler.

Şergede Turan

Vakıa Ticaret Lisesindeyiz. Mektebin ikinci katında. Maraş caddesine bakan sınıflardan birindeyiz. Sağ yanımda hocaların elhezar ettiği okulun en münzür talebelerinden biri olan Turan oturmakta. Sınıfın en uzun boylu ve en münzür şergede talebesi. Bu fakirde sözde sınıfın en sakin en çalışkan mazbut öğrencilerinden biri sayıldığı için hoca Turan’a belki benden bir şeyler bulaşabilir ihtimalini göz önünde bulundurarak benim yanımda oturtmuş. Fakat ne fayda!! Günlerden Cuma dersteyiz. Yanımda oturan Turan sessizce “Gravatını versene” diyor. Önce ne yapacaksın diye itiraz ediyorum. “Aşağıdan uşkun çekeceğim”. Diyor. Çok ısrar edince sıfır yaka kazağımın altından gravatımı çıkarıp Turan’a veriyorum Meğer adam dersin ortasında nasıl olduysa kaşla göz arasında beden diliyle kaldırımdan geçen uşkuncuyla kontakt kurmuş.  

Hem Para Hem Gravat Hem De Uşkun'dan Olmak

İkinci katın penceresinden parayı atıp sınıftaki erkeklerden beş kişinin gravatını uc uca bağlamak suretiyle aşağıya sarkıtmış. Fakat gravatları çekince aşağıdan dirençli bir el tarafından çekilmesene izin verilmediği besbelli. Bir ara yanımda oturan Turan’ın camdan yıldırım hızıyla başını uzatarak “İt oğli it uşkunun parasını aldın bari gravatları bırağ. Gravatları niye bırağmisan!!!” deyişini duydum. Bu sözlerden aşağıdaki uşkun satan çocuğun hem parayı hem de uşkunları bir de üstüne gravatları alıp kaçtığını düşünerek meslekten üç kuşak Siirtli tüccar bir ailenin oğlu olan Turan’ın bu alışverişten fenâ halde kazık yediğine hükm edip gülmeye başlamıştım ki. Birden Turan “Anaa müdürmüş” diyerek aniden yanımdan fırlayarak sınıftan firar etti. Turan’ın yıldırım hızıyla sınıftan kaçışına hem dersteki hoca hem de öğrenciler şaşırıp anlam verememişlerdi. Efendim ne acı tesadüf ki meğerse bizim Turan’ın uşkun sevkiyatı esnasında Hacı Hüseyin camiinden cumayı eda edip mektebe avdet etmekte olan mektebin müdürü Hayrettin Perihan hoca bu manzarayı görünce gizlice sınıfın hizasındaki camın altına gelerek ucunda uşkun asılı olan gravatların ucunu yakalamaz mı. Aradan beş dakika geçmemişti ki okulun müdürü Hayrettin bey elinde her renkten bir tomar gravat (Tabi bu fakirin puntolu gravatıda içinde) ve bir deste uşkun olduğu halde bütün suç aletleriyle divan-ı harb mahkemesinin reisinin öfkeli çehresiyle sınıfımıza teşrif ettiler.

İzahata Muhtaç Fazla Gravat

Dersin hocasından müsaade isteyerek. Tam bir cürm-ü meşhud içinde sinirli bir ses tonuyla ve hiç unutmadığım yuvasında öfkeden dönen gözleriyle “Gravatsızlar tahtaya çıksın!” dedi. Dört kişi tahtaya çıktı ben çıkıp çıkmamakta korkudan tereddüt geçirdim. Sıfır yaka kazağın altında gravatsız olduğum belli olmuyordu. Fakat müdür beyin elinde bir gravat fazladan kalmıştı. Bu da izaha muhtaçtı. Israrla bu gravatın sahibi kim tahtaya çıksın diyordu. Gravatlarla failler arasındaki bölme işleminde bir terslik vardı. Sınıfta dört gravatsız olan tespit edilmiş matematiksel işlem tamamdı. Fakat elde kalan bir gravatdan dolayı işlemde bir terslik olduğunu gösteriyordu. Tam suçumu itiraf edip tahtaya kalkmaya karar vermiştim ki sınıftan biri “Hocam o gravat Turan’ın olabilir” diyince bütün dikkatler farklı bir yöne yönelip bu denklemin bilinmeyen tarafı da çözülmüş oluyordu. Hoca da evet o dığanın gravatı olmalı diyerek bu vakıadan paçayı sıyırmıştım. Sait Ebinç-23.12.2018-VAN Sitemizdeki diğer Köşe Yazıları içi Tıklayınız
Editör: Nihat Işık