Sene, sekiz sene önce…

23 Ekim’de Erciş, 9 Kasım’da Van olmak üzere iki ayrı deprem yaşadık. Van depremi için “abe vallah bu beş nokta altı değildi, aha men diyem en aşağı sekizdi” yorumları yapılıyor, günler sonra “daha büyük bi’ deprem bekleni, araştırma hastanesine bin tene ceset torbası gelmiş ama bizden sağliyilar” gibi söylentiler yayılıyordu halk arasında.

Ara ara insanları evlerinden dışarı çıkarıp soymak isteyen hırsızlarca “belediye anons etmiş, bu gece deprem olacağ” gibi safsatalar ortaya atılıyordu. Daha bilimsel takılanlar, sosyal medya hesapları üzerinden Veysi Kurt’un deprem tahminlerine bakıp, iç karartıyordu. Bir de çadırda kalıp ufak bir sartıntıda katlarım gitti korkusuyla içten içe kendini yiyip bitirenler vardı tabi… (Allah yalani sevmez belki benim de dairelerim olsa ben de korkardım) Zenginlikten parayı koyacak yer bulamayanlar, bulsa tanesi yüz liradan ekmek alacaktı ama alamıyordu, çünkü ekmek yoktu.

Yani aslında “istediğin kadar malın olsun, Allah’ın izin verdiği kadarını kullanabilirsin” gerçeği çıkıyordu ortaya. Deprem dönemi bunu bilfiil tasdik ettik hepimiz. Şükürsüzlük insanı ne hale getirir bizzat şahit olduk. Bir bebek için yapılan şatafatlı merasim, israflardan dolayı gündemi uzun süre meşgul etti.

Birkaç gün sonra unutulup gidecek orası ayrı mesele…

Durun bir dakika…

Aslında meseleden tamamen ayrı olarak düşünmek mümkün değil. Millet olarak “çabuk unutma” gibi berbat bir huyumuz var. Sekiz sene diyoruz ama daha dün gibi olan bir olaydan, depremden ders çıkar(a)mamayı kesinlikle çabuk unutma hastalığına bağlayabiliriz. Yaşadıklarımız ne çabuk uçtu gitti aklımızdan? Sarsıntıyla beraber vitrinindeki çeyizlik fincan takımı avum avum olan Söhla Abla, o kullanmadığı takımın Daha yenisini çoktan koydu yerine…

Başını sokmak için Mevlana Evi’ne dahi razı olan yeni gelinlerimize, şimdiden evleri küçük geldi bile…

Zor günde insanlarla oturup iki kelam etmeye muhtaç olan biz, yine unuttuk kalp kırmamayı, insanlara iyi davranmayı. Eniştesiyle aynı çadırda koyun koyuna yatan Seledin Abe; eniştesine tavır yapıp küstü. Neymiş efendim? Doblo marka arabasının bagajına peynir suyu dökmüş diye küsmüş! Yine dünya malı… Çadır Kent’te mülteciden hallice olan Ferğedin Usta, şimdi dükkanında sigortasız bir şekilde ayda 800 liraya mülteci çalıştırıyor.

Zerre ders almayan müteahhit Bey hâlâ demiri, çimentoyu eksik koyma peşinde, kaçak kat çıkması da cabası. Brandadan eğreti bir yer, sonra Kızılay'ın dağıttığı bez çadır, Mevlana Evi, son aşamada konteyner evlere terfi eden bizler, oralarda duş almaya imkanımız yokken şimdi duş takımı beğenmez olduk. Deprem bize dert oldu olmasına da ders oldu mu bilmiyorum. Şimdi şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz lazım. Söhla Abla, Feğredin Emce işin şakası. Hepimiz üstümüze almazsak, ne ders çıkarabiliriz bu yazılanlardan, ne de derdimiz bu olur.

Allah başımıza gelen felaketlerden ders çıkarabilmeyi nasip etsin.

Şehrivan Gazetesi

Editör: Nihat Işık