Van Sözlüğü
55 sayfadan oluşup 3500 kelimenin bulunduğu Van Sözlüğü Van; Prof. Dr. Bedri Sarıca’nın; Van Merkez, Köy ve İlçelerinde yaptığı çalışmasının yayınlandığı, Van İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne ait 'Van Kültür ve Turizm Envanteri-III Halk Kültürü-1' eserinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Sözlük için yararlanılan kaynakların listesi ise metnin sonunda belirtilmiştir.
A
aba: 1. abla, büyük kız kardeş. 2. anne. abe : ağabey. abızambak: saçma sapan, gelişi güzel, ileri geri, boş söz. abi: 1.ağabey. 2.baba. abur: 1.haya, edep. 2.namus, şeref, haysiyet. aburlu: hayalı, edepli. abursuz: hayasız, edepsiz. acarlan:1. gençler birbirine ilgi duymak. 2. insan, hayvan ve bitki kuvvetlenmek, gürbüzleşmek. accık ver: nispet yapmak, imrendirmek. acıbağlı: merhamete muhtaç. acığ et: küsmek, darılmak aci cehre: bahçe kenarlarında yetişen ve üzümden küçük siyah meyvesi olan bodur bir ağaç. acor : ağacın dip filizi. acorron: kuruyan ağaç yeniden yeşermek . acur : buruşuk kabuklu üzeri ince çizgili boz renkli bir çeşit hıyar. açma/aşma : çekirdeği çıkartılıp, kurutulmuş kayısı. adamlıħlı: hatır gönül sayan, insaniyetli. adamlık: hatır gönül sayan, insaniyetli. adamsız: kimsesiz, geniş bir sülalesi olmayan. adlım/addım: meşhur, ünlü. affat : öfkeyle ağzına geleni söylemek, küfretmek, bağırıp çağırmak, paylamak. aftafa : ibrik. ağaş : ağaç ağababa: büyükbaba. ağağbet: iyi hayırlı son hatır gönül sayan, insaniyetli. ağaran: süt, yoğurt, ayran vb. ürünler. ağbaş: saçları beyaz, yaşlı. ağbırçekli: saçı sakalı ağarmış insan. ağız yasla/yassıla: Karşısındakinin sözünü alaylı olarak yinelemek, öykünmek. ağna : hayvanlar toprakta yatıp yuvarlanmak. ağpırçek: saçları ağarmış, ihtiyar ağşiş : 1. üremi. 2.şeker hastalığı. ağu/ağo : zehir. ağula : zehirlemek. ağur : hayvanların yem kabı. ağuz/avuz : yeni doğurmuş bir hayvanın ilk sütünden yapılan bir çeşit yiyecek. ağüzüm: beyaz renkte bir çeşit üzüm. ağzı kara: kötü, kara haber vermekten hoşlanan kimse. ağzı yavrulu: yavrusuna kusan kuşun gagasının her iki tarafında oluşan iz. ağzı yomlu: ağzı uğurlu, sözü uğurlu kimse. ağzını gevele: laf karıştırmak, sözü gevelemek. ahbın : gübre, fışkı. aħşam: akşam. aħur : ahır. aħur ħamı: 1.kış süresince ahırda kalıp, ayakları tutulan hayvan. 2. kışın besiye çekilmiş hayvan. aħur havuzu: kışı ahırda geçiren hayvanların, içinde su içtikleri, taştan oyulmuş havuz. aħur odası: kışın sıcaklığından faydalanarak oturmak için ahırın bir yanına set halinde yapılan yüksekçe ve sofa genişliğinde oda. aħur seküsü: kışın sıcaklığından faydalanarak oturmak için ahırın bir yanına set halinde yapılan yüksekçe ve sofa genişliğinde oda. aj : aç. aķlını at: delirmek. alabaydağ: rezil, rüsva. alabele: açık kahverengi, elâ. alaca : üzüme düşen ben. alacık/alaçık : 1.üzeri dal veya hasırla örtülen çoban evi, tarla, bostan, bağ kulübesi, çardak. 2.çardak, basit barınak, kulübe. alaçarpaħ/alaçarpağ: 1.iri taneli, lapa lapa yağan kar. alaçarpaz: kekliğin göğsündeki kınalı tüyler. alaf : hayvanların kışlık yiyeceği, saman, ot. alagöz: küçük taneli, ekşice bir çeşit üzüm. alal : kızarmak. alan, alaň: açıklık, düzlük yer. alanası: loğusa ve yeni doğmuş bebeklere musallat olarak onları boğduğu sanılan bir yaratık. alasabbah: şafak vakti alaca karanlık. alaşık: eğreti, geçici. alav : alev. alazığlı: ara bozucu, boşboğaz, geveze, ikiyüzlü, dönek. alça/alsa : erik. alıcı : 1.atmaca. 2. Şahin, kartal vb. yırtıcı kuş. alıcı kuş: atmaca. alıçeli beliçeli: açık al, doru ile al arası bir at donu. alıngın: gururlu, çalımlı, kurumlu. alış : tutuşmak, yanmaya başlamak. alıştır: kışkırtmak. alız : zayıf, cılız. aliçehre: yuvarlak, küçük ve siyah renkli, üzüme benzer meyvesi olan ve dericilikte kullanılan bir ağaç. alkanası/elknası: 1.loğusa ve yeni doğmuş bebeklere musallat olarak onları boğduğu sanılan ve samanlıkta dolaşarak atların yelesini ördüğü inanılan görüntü 2. loğusa kadınlara zarar verdiğine inanılan yaratık. alma : elma. almut: armut. alo : 1.kara erik. 2.can eriği. altın tas: tüyleri sarı ve mavi renkte olan bir çeşit kuş. amanat: kilim, çul, çuval gibi yaygı ve ev eşyası. amişk: ikinci defa biçilen yonca. an : alın, baş. anacık: anne. analık: üvey anne. ander/andir : 1. insan ve hayvanlara ilenç yerine, sahipsiz kal anlamında kullanılır. 2. pis, iğrenç, hantal, kötü, uğursuz, çirkin, miskin, tembel. 3. sahibi ölmüş, sahipsiz. angır/ankır: eşek bağırmak, anırmak. anın çatı: alın çatı, alnın ortası. ankut/angut : ördekten daha iri, kiremit renkli bir çeşit kuş. anlağlı: düşünceli. anlağsız: düşüncesiz, kaba. annı gaş: alın ve kaş. antat: anlaşma, bir konuda mutabık kalmak. anzaz ol: huysuz, hırçın olmak. apağ : tertemiz. apar : 1.götürmek. 2. çalmak, aşırmak, alıp kaçmak, habersiz götürmek, gizlice almak. apart: götürmek, alıp götürmek. arabaħ: toprak damın kenarı. arabi bazar: gelişi güzel yapılan pazarlık, veya iş. aradam: karasaban demirinin eklendiği ve üstüne geçtiği ağaç parçası. arav (I): 1.çökertilen ayrandan geriye kalan su. 2.kirli, bulanık su 3.yemek artığı. arav (II): sebep, yol, uğur. arħ : arık, kanal arıncık: küçük göl. arıstağ/arıstak/asısdah: damın iç tarafı, tavan. aro : arı. artda: ayıklamak. artı : sarımsaklı yoğurt. artım : çoğalma, bereket. artımlı: bereketli. artma : tatlı çay. arzuman: istek, şiddetli istek. askırıħ: aksırık. aslik elma: kışlık bir elma cinsi. asma üzümü: kışın yenmek üzere hevenk şeklinde asılıp saklanan büyük taneli ve kalın kabuklu bir çeşit üzüm. asta/asda: yavaş. asuda: yağ ve una pekmez veya şeker karıştırılarak yapılan bir çeşit tatlı, helva. aş : çorba. aş : açmak aşam : harman yerinin açılıp saçılmış sapları. aşan et-: harman yerinde sap ve başakları devretmek, samanı altüst etmek. aşħane: lokanta. aşıħlama: saz şairlerinin, aşıkların sazları refakatinde söyledikleri türkü. aşkere: açıkça. aşoħ/aşsıh/aşuh : âşık, saz şairi, ozan. aşüħ: aşık kemiği. ataş : ateş. ataş-alav: yaramaz çocuklar için söylenir. ateş at: yarışmak. atmaca: koyu kahverengi renkte olan güvercin. attırğa: at gibi haşarı, yaramaz. av : parçalamak, çok küçük parçalara ayırmak. av ġuş et: avlanmak. aval tabal: hastalıktan kıvranma, hastalığın en ağır durumu. avanet, avenet: kaygana. avara : işe yaramaz, verimsiz, kötü, bozuk, iyi olmayan her şey. avcu kavun al: gaibe hükmetmek. avdas: aptes. avduħ: ayran. avlaħ : av yeri, avı çok olan yer. avlanıp kuşlan-: ava çıkmak, av yapmak. avlu : kapı önü. avrat : 1.evli kadın. 2.kadın, avrat., eş zevce, karı. avsunla: hastaları iyileştirmek için okuyup üflemek, bir takım göreneksel işlemler yapmak. avtafa: abdest ibriği. avut : avurt, yüz. ayaħ : ayak ayaķça: merdiven basamağı. ayaķçala: merdiven. ayıħ/ayık: ayılmış, uyanık, aklı başında. ayın bayın ol-: şaşırmak, şakına dönmek, şakına dönmek, tuhaflaşmak. ayın uyun: hile, entrika, desise, oyun. ayo : ayı. ayle : aile. aynun boynuz: olur olmaz. ayrılıħ: ayrılık ayvan: mısır, fındık vb. kurutmaya mahsus zeminden yüksek yer. azdamşan: az konuşan. azdır : kaybetmek. aznaş: bela olmak, bela sürmek aznaşıħ: şımarık, belalı, bela.
B
bab: uygun, eş, denk, akran baba : 1.cüzam. 2. büyük ve onulmaz çıban,veba, hastalık 3.koyun, keçi vb. hayvanların tırnak aralarında çıkan yara. babambaşı/babanbaşı: devedikeni. babo : baba. baci/baco : 1.kız kardeş. 2.abla, bacı. bad/bat: tandır etrafına sıvanan çamur sıva. badbad: yaprakları yaraları deşmekte kullanılan bir çeşit zehirli ot. badya: büyük bakır kap, çorba tası, ağzı dar, dibi geniş yağ kabı, yemek kabı, büyük bakır tencere. bağ : deste, demet, tutam, ekin ve ot destesinin bağlanmış şekli. bağa yaprağı: su kenarlarında biten ve geniş yaprakları iltihaplı yaralara kullanılan bir bitki. bağırdak/bağırdah: çocuğun düşmemesi için beşiğe veya salıncağa bağlanan enli kuşak. bağvancı: 1.bağlara bakan kimse, bağ bekçisi 2.bahçıvan. baħ- : bakmak. baħça: bahçe bahdavarlı: bahtiyar, mutlu, talihli. baħış : bakış baħtavar/bahdavar: talihli, kısmeti bol. baķıl : terbiyeli. bala : 1. küçük. 2. çocuk, bebek, evlat. balalı : gebe hayvan, yavrusu olan hayvan. baldırcan: patlıcan. balıħudan: 1.balıkçıl kuş. 2. martı. bang : ezan. bangla/banla/banna: 1.horoz ötmek. 2.ağlamak. (banna-) bap : uygun, eş, denk, akran. bar (I: ) meyve: bu ağacin barini yememmişem. bar (II): pas, oksitlenme; sürahi, çaydanlık ve bardakta meydana gelen tortu, kireç. barabar/barambar/baranbar: birlikte. bardağ/bardak: toprak testi, küçük testi. bardan: büyük çuval. barħana (I): karın, mide. barħana(II): ev eşyası. barħana (III): grup, takım, kafile, kalabalık, göç, küçük kervan, aile fertleri. barmaħ: parmak. barsız: meyvesiz, ürünsüz. barzon: bezden yapılmış süt süzgeci. basalya: kına gecesi kız evine gidilip kızın eline kına yakılması. baştanlık: sahur vakti. basma: gübre, tezek. basmalıh: gübre, tezek. bastıħ: pestil. baş koş-: 1.alaka göstermek, uğraşmak, münakaşa etmek, iddia etmek, rekabet etmek. 2.ön ayak olmak. baş ķuş: kendi damından başkasına konmayan, bir yaşını geçmiş güvercin. baş yoldaşi: karı kocadan her biri. başa düş-: sezmek, farkına varmak, anlamak. başara parmaķ: işaret parmağı. başbağı: düğünlerde gelinlere elbise giydirilirken ve başları bağlanırken yenge hanımın çalgıcılara verdiği bahşiş. başını bağla-: evlenme vaadi ile aldatıp uzun bir zaman bekletmek. başlı : tepeleme dolu, ağız ağza dolu. başlıħ (I): iyi yanması için tandırda küme yapılan tezek. başlıħ/başlık (II): evlenecek erkeğin kız tarafına verdiği para. Başmağ/başmak: ayakkabı. başparaħ: yönetici, başkan, sözü dinlenen, kendisine hürmet edilen kimse. bat: tandırı yakmaya hazırlamak. bavani: toprak su kabı. Bayağı/bayağ: az önce. bayargi: yabancı. bazarrıħ: pazarlık. be ne: ya ne: bëçara: zavallı, çaresiz. bedro: su kovası. bedva: beddua, ilenç. bëkeyf: hasta. bel : bahçeyi kazmaya yarayan bir çeşit kürek. bel ver: 1.desteklemek, yardım etmek. 2. yardım etmeye söz vermek. belanġaz: zavallı, biçare. belbağı: kuşak, kemer, uçkur. bélden yén-: döl olmak. bële : böyle. bele- : çocuğu kundaklamak, sarmak, beşiğe bağlayarak yatırmak. belek : alacalı, karışık renkli. beleke: yarıyarıya çavdarla karışık buğday. béleliknen: böylelikle. belen-,bélen-: bulaşmak, bulanmak, serpilmek. belet : kılavuz, yol gösteren kimse; bilen, tanıyan, vakıf. belik, bélik: bölük, parça, kısım. bëmurat: kaderi kötü. bëneva: zavallı. benevşe: menekşe. benge: iki tarla arasındaki set, hudut. benice: yemeği de yapılan bir ot türü. bere : davar sağılan yer, ağıl. bëredayi: boş gezen. bërekāna: Allah razı olsun anlamındadır. bërġon: 1.bahçe duvarı. 2. iki üzüm bağının arasında kalan kısım, üzüm bağının kenarları. beri : davarın sağılma zamanı. berk : sıkı sert. berkit-: bir şeyi sıkı bağlamak. beş : keçi, koyun ve sığır gibi hayvanların alınlarındaki beyazlık veya bir lekeye sahip olan hayvan. beşdana: herkes tarafından tanınan, bilinen kimse. beşik kertme: kız ve erkek çocukların beşikte iken nişanlama. béşkardaş: beşi bir arada bulunan Terazi yıldızı. bey : aşık oyununda kemiğin üst kısmının gelmesi. beyağten: demin, az önce, şimdi. beyar : iki, üç sene ekilmemiş tarla. beyġoz: iyi uçmayan, takla atamayan kötü kuş. bezek: süs, ziynet. bezik : pazik, pancar yaprağı. bezirħana: bulgurun ve buğdayın üst kabuklarının ayrılması için içinde dövüldükleri, hayvanla çekilen büyük taş dibek. bıcı bıcı: hayvanları çağırma ünlemi. bıdık : benek, nokta. bıdıķ : gonca, tomurcuk. bıdıldan-: kendi kendine konuşmak, mırıldanmak, homurdanmak, söylenmek, fısıldamak. bıyıħ/bığ: bıyık. bığıri : baca. bıkılda-: yavaş yavaş kaynamak. bıldır/bildir: geçen sene. bır : sopayla oynana bir çocuk oyunu. bırçek: saç teli, kakül, zülüf. bırdobelek: Karışık renkteki güvercin. bıtdıħ : kadınların cinsiyet organı. bıyy : şaşma, korku, pişmanlık, beğenmeme, öfke, acıma bildirir. bızik : kafanın arkasındaki çıkıntı. bi : bir. bi ķırtik: birazcık, çok az. bibi : hala. bicek : Hıdırellez günü oynanan “mani ile yüzük çekme” oyunu. biçağ : bıçak. biçenek: çayır, otlak. bidi (I): abla. bidik (II): köşe, bucak, uç, açı. bikere: artık, bu defa, bundan sonra. bikeremez: artık, bu defa, bundan sonra. bikes : kimsesiz. bile : beraber. bilev : bileği taşı. billuç : parmak atma. bir baş git-: damdan havalanan kuşun arkasına bakmadan veya etrafta tur atmadan düz uçmasıdır. bire : pire. biredi : toptan. biremedi: 1.bir düzüye, bir sıraya, aralıksız. 2. toptan. birötek: çok bilen. bişbudak: dişbudak. bit göz: uykulu. bitik : 1.defter. 2. muska. bitto : kadının cinsiyet organı. biz : sivri. bizav/buzav : buzağı. bizden yeğinler/bizden yeginner: cinler, periler. bocik bur: küsmek. boğa yaprağı: su kenarlarında biten ve geniş yaprakları iltihaplı yaraların tedavisinde kullanılan bir bitki. boğabaş: lastik ayakkabı. boğaz/boğoz: gebe inek, manda, gebe hayvan. boğaz açmak: bitki diplerindeki toprağı gevşetmek. boğazlı: iştahlı. bolamadi: ara vermeden. bonci : köpek, fino köpeği. boncilos et-, boncilos ét-,: baş eğmek. bonturuħ: boyunduruk. bor : ateşten, mide bozukluğundan ağızda, dil ve dişlerde hasıl olan acılık, sarı tortu, pas. boran : şiddetli kar, fırtına, kasırga. borani: bulgur veya pirinçle pişirilen sebze üzerine yoğurt dökülerek yapılan yemek. borşevik: uzun, dize kadar inen üstü devrik yün çorap. bosdancan: birdirbir oyununa benzeyen bir oyun. bostanmevesi: salatalık. bot : kuyruksuz, kuyruğu kısa kuş. botdo: kuyruksuz, kuyruğu kısa kuş. boynu dönme: güvercinin vitaminsizlikten dolayı boynunun aşağı doğru bükülmesidir. boynuburuk: yetimlikten dolayı üzgün. boyu boyan: ölmek. boyu boyarħı olmak: ölmek. boyun olmak: kefil olmak. boyun vermek: 1.kefil olmak. 2. yardım yapmaya söz vermek. bögürmek: bağırmak. böğek: suyun önüne çekilen set, bent. bök, böke: aşık kemiğinin yumru tarafı. börk : evlerin zayıf döşemelerinin altına çakılan direklerin başına konulan ağaç, kiriş. börtme: suda pişmiş yumurta, soğan ve maydanoz karışımı bir yemek. börüldemek: hayvan bağırmak, melemek, acı acı ses çıkarmak. böyük : büyük. bu döne: bu kere, bu sefer. bu kesime: bu durumda, bu şekilde. bucak: köy evlerinde, ocağın her iki tarafındaki oturulacak yerler, ocak yanı. buçķı/bışgı/bışğı: testere. buğ : buhar, buğu. buħav/buhağ: gerdan, çene altıdan boyuna doğru dökülen etli kısım. buħav: kilit. buħavlamak : bukağılamak, bağlamak bulağ/bulak/bulah : çeşme, bulak, pınar. bulama: 1.doğum yapmış koyunun ilk sütü. 2.yeni doğurmuş hayvanlarda ilk günlerde sağılan sütten kaynatılıp üzerine kara çörek otu dökülerek yapılan yemek bulġur aşi: mahalli bir yemek. bunnar: bunlar bupbi/bupbu/pipo/pupu: İbibik kuşu, tarak kuşu. burçin: dişi geyik. buri : sürgün, bağırsak bozukluğu. burnu ķof: burnu büyük. Busmak : gizlenerek bir konuşmayı dinlemek. buyumak : donmak, üşümek. Bülmek : bilmek. bürgün: öbürgün. büve : (çocuk dilinde) su.
C
caba: davetiye. cacıķ : ayrandan yapılan çökelek. cacim: yatak örtüsü. cad : darı ekmeği. cadıbitik: düşmanlık muskası. cahal: 1.cahil. 2.genç, tecrübesiz. camuş: manda. cancōr/cancır: yoncaya zarar veren bir çeşit tırtıl. candırma: jandarma. cansız at: bisiklet. carcar: harmanda kullanılan bir alet, döven. cazu : cadı. cëbegirmez: büyükce bir elma cinsi. cëcim: 1.kıldan yapılmış battaniye. 2. yünden dokunmuş nakışlı çul ve çuval. 3.yünden yapılmış yatak yorgan gibi eşyaları koruyanörtü. cëgen: bir tür su sazı. cehre : çıkrık. celep celep: dizi dizi. celmih/cemik: ikiz. cendek: insan veya hayvan ölüsü, leş. cendek ķuşu: martı. cert : eşkıya, yankesici. certbaşi: eşkıya başı. cevüz: ceviz. ceyran : 1.geyik. 2.karaca. cıd- : 1.ayaklarından tutup ikiye ayırmak. 2.didiklemek, parçalamak. cıdık : kāğıt kenarı süsü. cıdık et-: didiklemek, parçalamak. cığcığa: kuru gürültücü, geveze. cılaz : gelişmemiş hububat. cılbağa: yaramaz, huysuz çocuk. cılbır : 1.yumurta ile mercimekten yapılan bir yemek. 2. yoğurtlu yumurta. 3. et, soğan, domates ve et suyu ile yapılan sulu yemek. cılız : aç gözlü. cıllıķ : çok ıslak cılpaħ: çıplak. cınaķ : lades kemiği. cıncık: iki parmak ucuyla alınan miktar, tutam. cındır/cıngır : 1.bez parçası. [A.Ö.-Van] 2.eskimiş, yıpranmış, paçavra. cınġırtma: çörek içi. cırmak : yırtmak, yırtıp parçalamak. cırbıt : çapak. cırığ : .yırtık. cırıldamak : gıcırdamak. cırmaklamak: tırmalamak. cırmalamak : tırmalamak. cırnak çekmek: lades tutuşmak. cırt : kümes hayvanı veya kuş dışkısı. cırtmak : yırtmak, yırtıp parçalamak. cırtdamak: karpuz ve kavun çekirdeğini dişler arasına alarak yemek. cırtığ : yırtık. cırtlamak: gübrelemek. cızdan: para çantası. cızġı : çizgi. cızlıħ : koyun kuyruğunun eritilmesiyle oluşan bir yemek. cicim ayı: balayı. [ ciğer : yakın akraba. cike : aşık kemiğinin çukur tarafı. cil : topraktan yeni çıkan bitki, ekin. cillemek : çimlenmek, yeşermek. cillek/çilek: açgözlü, obur. ( cillot : 1.zayıf, sıska. 2.çıplak cinçırasi: az yanan ışık. cindar: sihirbaz cingene: çingene. cinnemek: öfkelenmek, kızmak cinnenmek: öfkelenmek. cirint/cilint: cirit. coban: daha çok ot bağlamaya yarayan kendirden yapılmış ip, halat. cönge: dana. cu cu : tavukları çağırma ünlemi. cuķ : dik duran topaç. culuķ : hindi. cüce : civciv. cülcülük: çaylak. cüre (I) : cins, şekil, tür. (II): 1. küçük su kuşu. 2.ördek. cütçü: çiftçi.
Ç
çağşır: yabanî pancar. çahar: 1. beyaz. 2. Süt mavisi ve açık kahverengi karışığı çaħmaħ: yüzde olan ve çakmak taşı çakılarak tedavi edilen bir cilt hastalığı. çaħmur: süt mavisi göz. çakala/çakkala : 1.çağla, olgunlaşmamış erik, kaysı. 2. olmamış meyve. 3.çağla çakçak: değirmende buğdayın bittiğini haber veren aygıt. çakkıldaħ: koyunların kuyruklarının altına yapışıp kuruyan pislik. çaħmur: çakmak taşı. çal (I): ala renk. çal (II): 1. oda içinde elin yıkandığı yer, banyo. 2.lavabo. çalmak : yoğurt yapmak için sütü mayalamak. çalağan: çaylak. çalçubuħ: çelik çomak oyunu. çaleser: odanın bir köşesindeki banyo için hazırlanmış yer. çalħanmak : çalkanmak. çanakkıran: gelincik çiçeği. çap : 80 kg lık tahıl ölçüsü. çapmak : koşmak, ivmek çapaķ: gözde oluşan kir çarçenk: çaresiz. çarġat/çarkatı/çerğet: tülbent, mermerşahi denilen büyük bir örtünün dört kat edilmesiyle oluşturulan baç örtüsü. çat (I) : 1.kuyruk sokumu. çat (II): bez parçası. çatal : kuş öldürme aracı, sapan. çatalķuyruķ: kuyruğunun ortası tüysüz, eksik olan güvercin. çatan : saman taşımaya yarar büyük sepet, küfe. çatçınġır: murtuga da denilen un ve yumurtadan yapılan kahvaltılık bir yemek. çatlanġuş/çadankuş : hindiba da denilen, bıçakla köklenerek toplanan, mide rahatsızlıklarında etkili olduğu söylenen, yemeklerin yanında yeşillik olarak yenilen bir bitki. çav (I): palah adlı ottan yapılan ve ot kümelerini bağlamakta kullanılan urgan. çav (II): hayvanların erkeklik organı. çavanoz: otları saran ipleri kağnıya geçirmeye yarayan çengel, kanca. çaynik: demlik. çayur ķazuğı: kolay kolay hastalanmayan, bünyesi sağlam kişiler için kullanılır. çeç : el (çocuk dilinde). çëççı : oyuncak. çeçe : ağabey. çeçenoz: çok bilmiş. çedene: buğdayla beraber kavrularak yenen kendir bitkisinin tohumu. çegen: bir tür kumaş. çekürtge/çekürce/çekürcek: çekirge. çelmik: ılıca, kaplıca. çem : akarsu. çemirle-: sıyırmak (kolunu sıyırmak). çemirren-: kolunu veya paçalarını sıvamak, eteğini toplamak. çemkin-: karşı gelmek, sert cevap vermek. çepiç : erkek keçi. çepik (I): alkış. çepik (II): meyve konulan sepet. çerdek: çekirdek. çerletmek: üzmek, sıkmak, bunaltmak. çevirmek (I): halay esnasında türkü söyleyen şahıstan sonra nakarat kısmının halayı oluşturan diğer şahıslar tarafından tekrar etmek. çevirmek (II): kusmak. çeynemek: çiğnemek, ezmek çéynem: bir ağız dolusu. çığır : iz. çığnamak : ayaklarla çiğnemek. çıħarmak: çıkarmak. çılgı : 1. terbiye. çılgısız/çıkısız: 1. görgüsüz, patavatsız. 2.akılsız. çılħan (I): bataklık. çılħan (II): tarlada birikmiş suları boşaltmak için açılan oyuk. çıllot : fakir, aç. çındır : etin yapış yapış süngerimsi yeri, etin sinirli ve köpüklü yeri. çılpaħ: çıplak (çıpıldak) çıra: 1.petrol lambası ve diğer ilkel lambalara verilen genel ad. 2.ışık, aydınlık. 3.kandil. 4. Bezir ya da gaz yağı ile yanan bir çeşit aydınlanma aracı, kandil. çırağba: 1.bezir ya da gaz yağı ile yanan bir çeşit aydınlanma aracı, kandil.(çırağban) 2. ışık aydınlık. çıraħlıħ: adak, sadaka. çırpaç: tarla ve bahçelerde suları bölüştüren görevli kişi. çırpek: çocuk bezi. çırtık : işe yaramaz hale gelmiş süpürge. çırtik : sürtük, yüzsüz. çırtma: tekme, çelme. çırttama: çekirdek. çıtma : fiske. çibin : karasinek. çigirt : çekirdek. çiğırmak/çığırmak : çağırmak, seslenmek çilemek : yağmur çiselemek. çilërep: siyah-beyaz karışık renkteki güvercin. çille : kışın en soğuk, yazın en sıcak günleri. çillik : dişilik organı. çilo : vücudu kırçıl, siyah-beyaz ve gri olan güvercin. çimmek : yikanmak, yüzmek. çin : omuz. çimçeşmek : ürpermek. çimdik: iki parmak ucuyla alınan miktar, tutam. çinedan: kursak. çiriş : yaprakları pırasa yapraklarına benzeyen bir çeşit dağ pancarı. çiro/cür/cüro/curo : sarışın. 2. Beyaza yakın sarı renk. çitlik : tülbent. çivizik: sivilce. çiyin/çin/çiğni : omuz çizmeli: baçağının yarısına kadar tüy olan güvercin. çor : laf, söz. çorlu : kışın uzamasından dolayı aç kalan hayvanların tutulduğu hastalık. çorma çocuğ: çoluk çocuk. çorti : 1. lahana ve döğme ile yapılan bir çeşit etli yemek. 2.turşu. (çortu) 3. lahana turşusu ve buğdayla yapılan çorba. çoş : hayvanları durdurma ünlemi. çöçe : çörek. çögen/çöğen : baston,asa. çöğe durmak : yeni yürümeye başlayan çocuk birkaç saniye ayakta durmak, tay durmak. çöl : karasaban çölisdan: çöl. çölmek: çömlek, topraktan yapılan bir tür kap, güveç. çömçe: büyük ağaç kepçe. çömçe gelin: çocukların süpürgeyi gelin yaparak oynadıkları oyun. çörek içi: un ve yağla yapılan bir yemek. çörekiçi: kızgın yağda unu kavurmak suretiyle yapılan kahvaltılık yemek. çuh : ağız ve dudaklarda meydana gelen kabarcıklar, uçuk. çul : kilim. çulpa : tembel adam. çur : kumarda kaybedene verilen son hak ve bir miktar para. çurkur etmek: kumar oynayanların önlerindekini kapmak. çüç etmek : (çocuk dilinde) oturmak. çükündür: pancar. çürümek : süt bozulmak. çüt (I) : çift çüt (II): çift, tarla sürme, tarla sürmede kullanılan araç koyun, keçi vb. hayvanların tırnak aralarında çıkan yara
D
daban/dabah: döşeme. dada: hala, teyze gibi yaşlı kadınlara saygı hitabı olarak kullanılır. dadanmak : alışmak. dadi: anne. dağdağan/dığdığan: 1.dağ yemişi. (dığdığan) 2.çitlenbik ağaçı düşmek : dikkat etmek, farkına varmak. daha/deha: işte, orada , şurada. daħana: işte, orada. dal : 1. omuz, omuz başı. 2.kol. 3.arka, sırt. dalap : at isteyen kısrak, erkek isteyen dişi eşek ya da hayvan. dalda : 1.güneş ve rüzgarın etki yapamayacağı gizli, kuytu yer, kenar, saklanılacak yer. 2.gölge, gölgelik. 3.koruma, esirgeme,himaye. dalda etmek: gölge etmek, ışığa engel olmak. daldalamak: 1. kapıyı yarı kapamak. 2. güneş, rüzgar ve yağmurdan korunmak. 3. gözden saklanmak. daldalanmak : 1.gölgeli bir yere ya da bir adamın himayesine girmek. 2.sinmek. daldalık: güneş ve rüzgarın etki yapamayacağı gizli, kuytu yer, kenar, saklanılacak yer. dalı işe-: öfkelenmek. dam pacası: tandır evlerinde aydınlatma ve duman çekmesinde kullanılan pencere dam taħlacısı: pek uçmayan ama yerinde bile takla atan güvercin. damçı/damçi: damla, evlerde damlardan, tavandan sızan yağmur damlaları. danış-: konuşmak. daramak : taramak. daraba: 1.dükkan kepengi. 2. zahire konulan ambar. 3.ağaçların birbirine menteşe ile bağlanarak yapıldığı bir tür pençere kepengi. darağ : tarak. darağ otu /darah otu: dere otu. daraklık: etin fleto kısmı. dargan: çavdar. daş : taş daşlıħ: kümes hayvanlarının midesi, katı taşlık. dat tep-: hoşlanmamak. davar: 1.büyükbaş hayvan. davaş: 1. katık. 2. yemeğin üstündeki salçalı yağ. davı : dövüş. davuşan: tavşan. day dur-: yeni yürümeye başlayan bebek iki ayak üzerinde durmak, tay durmak. dayah/dayak : destek. dayaz/deyaz: 1.derin olmayan su kenarı , sığ. 2.suda belli bir derinlikten sonra ulaşılan sığ yer. dayaza: teyze. daz : 1.kel olan, sacı dökülmüş baş. 2.kellerin başında kellikten kalmış izlere denir. debo : boş teneke. debre: ot, saman, yulaf, yonca gibi hayvan yemi. deģenek: değnek, sopa degirman: değirmen degirmi: 1.yuvarlak. dıgırmı / dığrımı: kare şekilli yüzey. değel: oyunlarda yapılan hile. dehetlemek: gözetlemek, gözlemek, bakmak, takip etmek. dehlemek: aldatmak, baştan savmak, kovmak. dehne: suyun çıktığı göz. dehre: 1. büyük satır. 2. bir çeşit budama bıçağı, tahra. del : dişi köpek. deliķaraķuyruķ: kuyruğu siyah, kafasındaki beyazlıklar üzerinde serpili halde siyahlıkların olduğu güvercin. delisıfır: kafasında serpme, göğsünde ve kuyruğunda siyah renk bulunan güvercin. [H.G.-Van] dem : susuz, kıraç tarla. dem ekini: kıraç yerde yetişen ekin. demek: süt kuzularının barınağı. demkeş: 1.demlik. 2.semaverinüstündeki demlik yeri, çayın dem alması için semaverin üzeerine bırakılan çaydanlığın oturduğu kısım. den : 1.kabuğu soyulmuş buğday, döğme. dendene: trahom. dene : tane. deremet / deramet : 1. hazırlık, toplama, sağlama. 2.çaba. desteķuyruķ: kuyruğu deste gibi açılan güvercin. destırhan/desturhan: 1.sofra. 2. çoban yemeği. destibala: küçük testi. destiħan: bohça. deve tabanı: bir ot türü. devünni: çok şanslı, talihi iyi olan kimse. devri gün: ertesi gün. devrüsi: ertesi, gün, hafta, ay, yıl gibi zamanların sonrakini anlatmak için kullanılır. devrisi gün: ertesi gün. devün: zehir, zehir gibi acı. dıġa : 1. gavur çocuğu, delikanlı. 2. küfür anlamında söylenir dıġırlamak: yuvarlamak. dıgranmak: yuvarlanmak, yuvarlana yuvarlana düşmek. dığ : hastalık, verem. dığdığ: gagası kısa ve beyaz olan güvercin. dığdıği: bir armut cinsi. dığlamak : hasta etmek, verem etmek. dıllıh-dıllığ : kadının cinsiyet organı. dımbultı: davul vb. şeylerin uzaktan duyulan sesi. dıngıldamak: kımıldamak, oynamak, sallamak. dıngılopışto: tahterevalli dırcığ atmak: hoplamak, zıplamak dırcıġ/dırcık : çifte atma dırçık : sandalye, masa ayağı. dırdıra: 1. uzun boylu 2. iri yarı dızdıza: 1.mızmız. (dızdızan) 2. çabuk ve çok ağlayan çocuk. dızgırmak/dızkırmak: yellenmek. dızıklamak : kaçmak. dib/dip : 1.şeker pancarı. 2. şalgam dibet : okul önlüğü ve tulum yapımında kullanılan siyah renkli bir cins kumaş. dibiş degenek: 1.çelik çomak oyunu. 2.değnek dibi zayıf kimseler için kullanılır. dij : sivri. dikenpapaħ: tüylerin tek tek kalkık olduğu güvercin. dilbağı: düğün gecesi gelini konuşturmak için damadın verdiği hediye. dillidibek: fazla gevezelik eden, gelişi güzel konuşan. dilmaç: çevirmen. dimdikbeyaz: gagası beyaz olan güvercin. dimdiksiyah: gagası siyah olan güvercin. dinmek : 1. konuşmak. 2.sataşmak. dindik/dındık/dimdik : gaga. dindik : üzüm çekirdeği. dindikle-: gagalamak. dinge : tahtadan bir kasnak üzerine fes konulduktan sonra tülbentle bağlanan, bazen üzerine süs eş başlık. dinnmak: -dinlemek. dircik : kürsü ve iskemlenin köşesi. disķinmek : ürkmek. diş/duş : düş, rüya. dişlan: dişleri dışarı doğru çıkık olan diyesen: galiba. dizbediz: dizdize. dizleme: erkelerin giydiği getr biçimindeki çorap, tozluk. dodo : (çocuk dilinde) su. doġri : doğru. doğ : halka, araba tekerleği. [ doğanaħ: yük, denk sarılacak iplerin ucuna geçirilen ağaç halka. doķ : topaç oyununda bir topacın başka bir topaç üzerine düşmesiyle oluşan iz. dolama: parmakta oluşan bir tür iltihaplı rahatsızlık. dolaz: 1. işsiz, güçsüz. 2. ipsiz sapsız (kimse) 3. başıboş. doli : dolu dombala: yeni güvercin yavrularının takla atmaya çalışırken düştüğü komik durum. domi : çingene. domik: bahçe ve bostanları beklemek için ağaç ve çamurdan yapılan kulübe. don : kimlik, kılık, kisve. donuz: domuz. dögecek: kapı tokmağı. döğün otu: yara iyileştirmede kullanılan yapraksız, dut gibi taneleri olan bitki. dölbent: tülbent. dönek: başkasına satıldığı veya verildiği halde eski yuvasına geri dönen güvercin. dönük: cüzam hastalığı. döş : göğüs. döşek: dövülmek için harman yerine serilen ekin sapları. döşeme: kiriş. döşük: balkon. döşür-: devşirmek. döymeç : taze ekmeği tereyağına doğrayıp bal ve yumurta ile pişirerek yapılan yemek. duman: vücudunda gri renk bulunan güvercin. duman ķuyruķ: kuyruğu gri olan güvercin. durmak : ayağa kalkmak. durna: turna. duvaķ: çömlek kapağı. düge/düğe/düve : 1.boğaya gelmemiş iki üç yaşında dişi dana, 2.ilk defa doğuracak olan inek. düğürcük/düğürçük: dolu. düğü/ düğürcük: elendikten sonra geriye kalan en ince bulgur. düğüm otu: yara açmakta kullanılan özellikle romatizma rahatsızlıklarında kullanılan ot düğür : kabarcık. dülbe : dişi manda. dülek : ham kavun. dümsük: yumruk. dünen: bir önceki gün, dün. dürmük: içine katık konularak yapılmış yufka ekmeği. dürünge: 1.hayvanlara kışın açık alanda verilen ot 2.kışın hayvanlara ot atılan yer. düşelik: pay, miras payı. düyme: düğme, ilik düyü : pirinç. düz : ova, düzlük.
E
efe/efo: 1.ağabey.2.baba. 3.dede ebemgümeci: ebegümeci ecem : acem, İranlı. ede : abla. egos : çift sürerken saban demirinin tarlada açtığı iz, ince yol. [ eģsik etek: zavallı kadın. ehal : orta yaşlı insan. ehmeğ: ahmak. ekenek: ekili yer. eküge: su yollarının bölünme yeri. elçe : 1.içinde yağ eritilen çok küçük, saplı bakır kap. 2.Cezve. 3.Yağ tavası elcek : eldiven elçi (I): elti. elçi (II): kız istemeye gönderilen kişi. elçi küsdü: elçi kürsüsü, kız istemeye gidenlerin bu niyetlerini belli etmek için oturdukları kürsü: ëlë /ele: öyle. elġar/elgar : koşma, hız. (elgar) elġoz/ergoz : 1.beceriksiz, işe yaramaz, sünepe, pısırık. 2. iyi uçmayan, takla atamayan kötü kuş. eli yüngül: eli hafif. elibaratli: yaman. elküt : sakar. ellaħ : yaman, huysuz. emcek: meme. emişme: erkek ve dişi güvercinin gagalarını birbirine geçirme hali. emiz- : emzirmek. emme: meme. emmi/ emi : amca. endek: sözünden dönen, cayan, iradesiz. endek döndek: dönek,sözünde durmayan. endi : abla. eng/enk : 1.çene 2. çene kemiklerinin birleştiği yer. enik : kedi, köpek yavrusu. epene: beceriksiz, şaşkın. er : 1.erkek. 2.koca. eramik/eremik : 1.yumurtlamayan güvercin. 2. hiç doğurmayan insan ya da hayvan , kısır. eran : balyoz. erazan: yeni doğmuş kuzu. erbet : çok çirkin. erep : arap. erepliçil: siyah-beyaz karışık renkteki güvercin. erepliçil papaħlı: kafasının arkasındaki tüylerin kalkık, vücut tüyleri siyaha yakın kırçıllı renkteki güvercin. erħ/erğ : ark. erihan: reyhan erik : kayısı. erikdeğdiren: 1.kayısıların kızardığı dönemde çıkan bir böcek. 2.ağustos böceği. erime : uzun süre havada kalan ve uçan güvercinin zayıflaması. erişde/erişte: makarnaya benzer evde hazırlanan yiyecek. ersin : 1.tandıra yapışan ekmekleri kaşıyıp çıkarmaya yarayan ağzı geniş, sapı uzun, demir. 2.tekneye yapışmış hamuru kazımaya yarayan araç. esger : asker. esgi : eski. esgig : eksik. eşek : aşık oyununda kemiğin çukur kısmının gelmesi. eşekduman: göğsünde ve kuyruğunda gri renk bulunan güvercin. eşģere: açıkça, aşikar. eşgin : atın tırısla rahvan arası yürüyüşü. eşik : 1.dışarı. 2.etraf, çevre. 3.kapı eşiği. eşkili /eşgili: yumurta, kavurma eti, erik pestili, evelik (veyaıspanak) tan yapılan bir yemek. etene : insan ya da hayvan eşi, sonu. eter : haber. ettarci: çerçi, mahalle aralarında incik boncuk satan. ettariyaci: çerçi, mahalle aralarında eşya satan. ev kuşu: evlerde beslenen güvercin. evelik : 1.bazı yerel yemeklerde kullanılan ekşimsi bir tadı olan yayvan yapraklı bir ot. 2. yaprakları yenilebilen, tohumlarından da çay yapılan bir çeşit ot, labada. evere : mandanın üç dört yaşına kadar olan dişi yavrusu. evik : buğday. evin avadan: evin abat, şen olsun anlamında bir söz. evk : yanlış. evşenik: neşeli. eyaħci: ayak işlerine bakan. eyi : iyi. eyvan: 1.avlu. 2. balkon; koridor. 3.salon. ezalamak: doğum sancısı ya da bunun gibi şiddetli bir sancı çekmek. eze/ezze : 1. teyze. 2.hala, 3.yaşlı kadınlar için söylenir. ezza/ezva : kibrit.
F
fanos/fanoz: fener. fehme: korku, endişe. fehmelenmek: korkmak, endişelenmek. fehmeli: korkulu, korkunç. fel : 1. hile.2. sihir. ferig /fenik : 1.piliç. 2. bir yıllık tavuk. fetir : 1.kalın ekmek, kalın tandır ekmeği. 2.sacda pişirilen mayasız yufka ekmeği. fındo : küçük cins bir köpek. fınġırdaķ: oynak, cilveli. fırfıra : topaç. fırfırik: topaç. fırtçı : düz takla atan güvercin. fırtik / fırtdıh/ fıkıh: 1.sümük. 2.balgam. fıs : içi boşi kof. fışġı : hayvan gübresi. fikere : yoksul. filkete: firkete, çengelli iğne. fint : ince mum. fistan : uzun kadın elbisesi, entari. fişne : vişne fork : kötü yola düşmüş. fus : ekşi. fücceten: (ölüm için) aniden.
G-Ġ
gab : ip. gaba düş-: hayvan bağlı olduğu ipe dolanarak boğulmak. ğabağ/kabak: ön. gaban: yokuş. ġabar : kabarcık. gabık : kabuk. ğacele/gecele/keçele : 1.saksağan. 2.kırlangıç. 3. saka kuşu. (keçele) gacı : ağabey. gacı guci: kız kardeş. ġacıħ : dişi. ġaçağ: kaçak. ğada : 1.kardeş. 2. ağabey. (gada) kaza, bela. ğadele/kedele/gedele : 1.küçük küp. 2. toprak kap, küçük çömlek. testi. ġadın : kadın ġaġaş: gelincik çiceği. (gagaç) (kakaç) ġaġaştırmak: gelişi güzel dikmek. ġağ : elma, armut kurusu. ġağart: 1.horoz ibiği. (gagart) 2.gaga. (kakart) [D.S.-Van] gajgın: kil, killi toprak. gakgıl: yeşil kabuğundan çıkarılmış ceviz. ġala : kale. ġala-: tandırı ya da sobayı yakmaya hazırlamak. ġalaba: kalabalık ġalaķ : tezek yığını. ġalaman: (çocukları korkutmak için hayalî) öcü, gerçek dışı hayalî yaratık. ġalamanġozan: öcü, gerçek dışı hayalî yaratık. (kalamankozan) ġalet : hediye. ġalıp at-: aldatmak, hile yapmak. ġam : harmanda altı keskin taş veya madeni parçaları olan buğdayı sapından ayırmaya yarayan alet, düven. (gam) ġanat: kanat [Caf.-Van] ġand : açık çay. ġandavi: çay yerine içilen sade su. ġandik: çömlek. 2. küçük gömlek. (gandık) gandiréf: 1. kağnı arabasında, okla boyunduruğu birbirine bağlayan kayışı tutturan ağaç. 2. sabanı boyunduruğa bağlayan ağaç. ġapat-: kapatmak. ġapi : kapı ġaradindik: tavuklardaki ibiklerin kararmasıyla anlaşılan bir hastalık. ġarannıħ: garanlığ: karanlık ġardaş: kardeş. ġarëçi: dilenci. 2. çingene. (karaçi) ġarġa pepesi: ebebemgümeci. ġargiş tök-: beddua etmek. ġarıs: maydanoz. ġari: kadın. ġarişġa: karınca. (kerişķa) ġarlanğuş: kırlangıç. ġarnı yoğun: şişman. ġarnıaçığ: yoksul. ġarol : maydanoz. ġarşi : karşı ġartol: patates. ġaş ġabaħ tök-: yüzünü asmak. ġaşev: kaşağı. (ģëşev) (keşev) ġaşıķ : kaşık. àat : elbise, takım elbise. ġavaħ: kavak. ġavurġa: sütlü buğdayın çedene ile birlikte kavrulması ile yapılan bir çeşit kuru yemiş. ġavurma: kavurma. [ ġavut: kavrularak öğütülmüş buğday unu ve tereyağı ile yapılan mahalli kahvaltı yemeği. ġayalıħ: kayalık ġayçi: makas. ġayġanağ: kaygana. ġayır-: cinsi münasebet yapmak. ġayıt-: dönmek. ġazal: kurumuş ağaç yaprakları. ġazayağı: bahçelerde kendiliğinden yetişen ve yemeği yapılan bir cins yabani ot. gazınç: bir kimsenin gücendiği kimsenin kulağına gitsin diye başkasına yaptığı şikayet. gebre: hayvan tımar edildikten sonra tozunu silmeye yarayan kıl kese. gecekuşu: yarasa. gecel-: gözü kararıp düşmek, fenalaşmak. geçi : keçi geçimemesi: çavuş üzümü. gëde : 1.çocuk. 2.genç erkek. gëdek: 1.manda yavrusu. (gedek) 2.süt emen manda yavrusu. ġëdem: ayak, baçak. ġedife: kadife ġehriman: kahraman ģehve: kahve. ġehveyi: kahverengi. gelberi: yüksek dallardaki meyveleri toplamak için kullanılan çatal sopa. ģëlbür: elek. (ģëlbır) gelegele: çocukların çomak ve topla oynadıkları bir çeşit oyun. gelek : kavun, kabak saplarının budakları. gelinbacı: yenge. gelmaci: gelin. ġëmet: 1.takat. ] 2.boy (ġemet) gemik: kemik genefül: karanfil gent : şeker. gerce : sıra, dizi. ģerdebür: testere. gerik : yünden yapılan kolsuz, kısa ceket. gerneşek: gerinmek. ġero : sağır. gëspik: düğme. geşmek : geçmek. ģeşenekli: yaramaz. gëtmek : gitmek geven: 1.dağlarda yetişen ve yakacak olarak kullanılan dikenli bir bitki. [Van Masl.] 2. sakız, kitre, zamk çıkarılan ve yakacak olarak da kullanılan dikenli bir bitki. (keven) geven hıcı: keven bitkisi zamkı. ģëyisi: çekirdeği tatlı olan kayısı. ģëyloz: pipo. ģëyter-: döndürmek. gıc : bir ısırmada dişle koparılan parça, lokma. ġıcırġan: ısırgan otu. gıç : ayak, basamak. gıdı : çene altı, gerdan. ġıdıķ : 1.keçi. 2.oğlak. (ģidik) ġıfıl : kilit. ġığ : 1. koyun ve keçi dışkısı. 2. deve, koyun, keçi vb. hayvanların pisliği. gığici : sonuncu. gıjan : karışık saç. ġıl : kıl ġılbaş: 1. kel. 2. başı açık. ġıldevur: yuvarlak. gılınmak: beyenmek, alçak gönüllülük göstermek. ġılızıķ: insan salyası. (gılızık) ġıliç : kılıç. ġıncıħ: azıcık. ġınde (I): küçük parça ġınde (II): çocuk kakası gındık: küçük, az, azacık. ġındılo: 1.küçük. (ġındilo) 2. küçük, kısa boylu, çelimsiz.(gındılo) gınnık: bodur, cüce. gır etmek: toplanmak. ġıra : karpuz , kavun gibi meyvelerin olgunlaşmamış hali. ġırağ : kenar. gıran : ağır taşçı ve işçi çekici, balyoz. ġırcamek-: cilve yapmak. ġırcana: şamdan: çocuk gırcanayı söndürdü. ġırcon: 1.ot kırıntısı. 2. buğday, ot vb. şeylerin kalın sert kısımları. (gırcon) ġırdan: büyük, iri. (gırdan) (ķırdan) ġırde : küçük. ġırdeneħ: merdane. ġırét : kerpiç kırıntısı. ġırħ : kırk. ġırik : yavru veya iyi uçamayan veya takla atamayan güvercin. ġırķġaġart: gülibik horozu. gırman: iri, erkek manda. gırmızi: kırmızı. ġırnik: sümük. Ġırslamak : çalmak. ġısraħ: kısrak ġışġırmak: bağırmak. ģicelmek : başı dönmek, sersemlemek. ģij : aptal, sersem. (gec) ģijilti: çığlık, ses, gürültü. (ģıjivilli) (ġıjıltı) (ġıjililli) gile (I): göz bebeği. gile (II): yaş üzüm tanesi. ginen: yine. ģirdabil: 1.büyük testere 2. kolsuz büyük bıçkı. (girdebir) ģirmi : yirmi ġocik : tahtadan yapılmış tahıl ölçeği. ġod : tahtadan yapılmış tahıl ölçeği. ġoda: 1. birbirinden kız alıp veren aileler, dünür. (kuda) 2. kadının kocasının akrabası. (koda) ġoġa: 1. yumak. (ķoķa) 2.dantel yumağı. gogoç: topraktan yapılan testi ve çömlek gibi kapları cilalamak için yumurta biçiminde ve büyüklüğündecilalı bir taş. gogort balıħ: Van gölüne dökülen çaylarda yaşayan bir ya da beş kilo ağırlığında, havyarı zehirli bir tatlı su balığı. goħlamak : koklamak ġoħu : koku ġoħum: hısım. ġolot : 1.kısa 2. (golot) ġom : ahır. ġonaħ: konuk. ġondura: kundura ġonuş-: konuşmak. gop (I): kağnının iki oku arasını sabit tutmaya yarayan iki paralel tahta. gop (II): kolsuz. ġopal: 1. baston. (ġoppal)(ķupal) 2. ucu baston gibi kıvrılmış değnek. gopbal: ġopar-: koparmak ġor : mezar. (gor) [ ġorenik: 1.gübrelerin yığıldığı yer. (gorannık) 2. tezek yapılacak gübrenin biriktirildiği çukur. (koranik):3.yaş gübre. (goranik): 4. pis suratlı, çirkin. ġorħut-: korkutmak. gornapişik: efsane ve masallardan gelerek halk düşüncesine yerleşmiş kediye benzer korkunç bir yaratık. gort: 1.ekilip sürülmemiş toprak. 2. hiç sürülmemiş ya da yıllarca işlenmemiş topraktan yeni açılan tarla. (kort) ġotdo: 1.kısa, kısa boylu. 2.küt. (ġotdo) 3. kuyruk tüyleri çekilmiş güvercindir. [ ġotor tök-: uyuz olmak. ġotur: 1.uyuz. (kotur) (kotor) 2.yara. (ġotor) göbelek: mantar.(gübelek) ģöççek: güzel. göģer-: bitki büyüyerek yeşermek, yeşillenmek. ģöģercin: güvercin. (göğerçin) göğ : mavi. (göy) göğ üskürük: boğmaca öksürüğü. göğcü: çok yükseklere havalananabilen güvercin. göğçil: göğüste, kuyrukta ve sırtta koyu gri rengin bulunduğu güvercin. göğerti: yeşillik, yeşerti. göğsüduman: göğüs kısmı kül rengi olan güvercin. gön : hayvan derisi. görkemli: gösterişli, yakışıklı, göz alıcı. görset-: göstermek. gövel : yeşil başlı ördek. göz (I): oda. göz (II): suyun çıktığı yer göz bılağı: gözle burun arasındaki çukurluk. [ göz kesimi: göz kararı, oranlama. göze- : örme veya dokuma eşyanın delik yerlerini örerek onarmak. göze : suyun çıktığı göz. gözel : güzel gözelik: güzellik gözetde-: gözetlemek. gözü bar götür-: kıskanmak. gözü ķara gel-: kışın kar yağdığında güvercinlerin kendi yuvalarının bulunduğu evin damını seçememek ġufa: 1.kupa. 2.plastik su bardağı.3.tas. ġuġu ġulağı: bir ot türü. ġuğulda-: erkek güvercin ses çıkarmak, guruldamak. ġulağa giren: kuyruğu kıskaçlı kulağa girdiğine inanılan, nemli yerlerde yaşayan bir böcek. ġumar: kumar gumbur: şişman. gumbuķ: yumruk. gunt : felç hastalığı.ġurabeş: kurbağa. gurante: dağlarda yetişen yabani soğan. ġurdeşen: alerjik bir hastalık. ķurudezen: 1.kurutu ılık su içinde eritebilmek için kullanılan özel bir kap. 2. içinde kurutun su ile ezildiği tahta kap.(ġurudezen) 3. içinde yoğurt ezilen toprak kap. (kurudezen) ġuri: kuru ġurşa-: kandırmaya çalışmak. ġurtar-: kurtarmak. ġurtul-: bitmek, tükenmek; kurtulmak. ġurut: çökeleğin kurutulmuş hali. ġutu ġuru-: aşırı korkmak, kendinden geçercesine korkmak. ġutul-: bitmek, tükenmek. güvenk: kadın ve erkeklerin beraber oynadıkları bir bar oyunu. ġuzik: kambur (guzuk) (ġunzik) (ġuzzuķ) (kozik) guzulda-: köpek korkudan ya da hastalıktan inlemek. gülan : Mayıs ayı. (gülen) gülaz: kiraz. güleş: sevimli, güler yüzlü, çok gülen (kimse). gülle: kurşun. güllü: gaga ile göz arasında ya da gözlerin hemen üstünde kalkık tüyün bulunduğu güvercin. gülül: bezelye. güman: umut. gümürze: doğranarak samana karıştırılan ot, hayvan yemi. günçiçegi: ayçiçeği. güney: her zaman güneş alan yer. günorta: öğle vakti. güre- : beşiği ya da salıcağı sallamak. güvercinli: Van’da çatılarda yaşayan yabanî güvercinlere benzeyen evcil güvercin. givev : güvey. (givey) (güvev) [ güz cücesi: zamansız çıkan civciv. güzem: sonbaharda kırkılan koyun, kuzu yünü. güzgü: ayna. (güzgi) güzlük: sonbaharda ekilen tahıl.
H
haban: tulum biçiminde çıkarılan deri kurutularak yapılan azık torbası, su tulumu. habirman: kurutulmuş nar tanesi. hadak: çiftçilerin yanındaki yardımcı çocuk, yamak, çoban. ħafız : kör. hakırda-: kahkahayla gülmek. (hakılda-) (hakkılda-) hamayil: nazara karşı kullanılan bir çeşit mussa, nazarlık. hamı : hepsi. hansi: hangisi. hara : 1.nere. 2.nereye. (hare) harabek: pırpırik de denilen zehirli bir ot. haradan: nereden. harakçin: keçeden yapılmış işlemeli gelin başlığı. haral: kıldan ya da ketenden yapılmış büyük çuval. haraya: nereye. ħarazan (I): 1.kamçı, kırbaç. (ħerezan) 2. kağnı arabasına koşulan öküz ve mandaları sürmek için kullanılan, öküz derisinden örülmüş kamçı.(harazan) 3. kağnıda öküzleri sürmek için kullanılan kamçı yerine kullanılan uzunçubuk. (ħarezan) harazan (II): sabanı ya da pulluk tekerleklerini boyunduruğa bağlayan ağaç. ħarazan daşşağı: sabanı ya da pulluk tekerleklerini boyunduruğa bağlayan ağaç. harcik: Ermeni karısı. harda: nerede, nerde (harada) ħarħ: 1. halk, topluluk. 2.kalabalık harmanla-: evin çevresinde ağıl meydana gelmek. harti: yamalı eski palto. hassa: şapka, külâh. haşıl: buğday, mısır ya da darı unundan yapılan bir çeşit yemek. hatnene: büyük nine. havar: yaygara, çığlık. havla: helva. ħavli : hol. havur: inat. ħayħavar: iyi veya kötü bir durumun ardından çıkarılan ses. ħeyif : yazık. hayvan: eyvan, balkon he: evet. ħëçirdek: tandır üzerine tencere koymaya yarayan, çeşitli biçimde olan demir ızgara. (ħëçırdek) (ħeçirdek) (ģëçirdek) (ħetircek) hedede biç-: korkutmak. hedik: 1.çocukların diş çıkardıklarında yapılan buğday, mısır, nohut haşlamasından oluşan bir yemek. 2.haşlanmış buğday, bulgur, mısır, nohut vb. şeyler. [D.S.-Van] (hevdik) 3.kalın kısa başlıklı ve kırmızı taneli iyi cins buğday. heger : eğer. heküge: taştan yapılmış üstü kapalı su yolu. heküke: sınır. helbet: elbet. ħelbür: elek, kalbur. ħelise: tavuk eti ve dövme buğdaydan yapılan keşkeğe benzer bir yemek. heliz : mahalli yemek. ħëlke: büyük bakraç. ħëmır: hamur. henek: 1. şaka. 2. şakalaşma. 3.konuşma. henek et-: 1.şaka yapmak.2. alay etmek. ħënşer menşer: mahşerî kalabalık. hentaş: akran, yaşıt. (hentoş) ħepeng: 1. sürgü. 2.ev ve dükkânların pencerelerindeki kapak, kepenk. (hepenk) ħër : hayır, iyilik. ħëreklen- (I): 1.güneşe veya sobaya karşı dönerek ısınmak; güveci, ilk kullanmadan kuyruk yağı ile ateşte dağlamak. 2. toprak kapların yağ ve kirini temizlemek için ateşte yakmak. (herekle-) (II): keyiflenmek, tava gelmek. ħërendaş: yardımsever. heresi: her biri. ħesir : hasır. ħesut : kıskanç. heşdik: küçük taşlarla oynanan beştaş oyunu. ħeşenekli: kıskanç. ħeşil : ezilmiş. ħeşil ol-: yemek çok pişerek ezilip birbirine girmek. hetemte: bilmiş ħevidik: bir buğday cinsi. hevlican: şifalı bir ağaç kökü. ħevsele: sabırlı. ħevşi : 1.kapı önü. 2.üstü açık avlu. 3. davarların yazın koyuldukları üstü açık yer. ħeyet: 1.avlu. 2.bahçe. ħeyva: ayva. (heyvā) (ħavya) hıc (I): hayvandan ilk haftada alınan süt hıc (II): kayısı, erik, ayva, vişne ağaçlarının kabukları üzerinde olan zamk. (hıj) ħıdırnebi: şubat ayının ilk haftası içinde bulunan ilk Cuma günü ve bu günün akşamı yapılan gelenekseltören ve eğlencelerin halk arasındaki adı. Hıdrellez benzeri bir adet. him : bina temeli. (ħım) ħına : kına. ħırde : küçük. hırı : cılız, çelimsiz, sıska. ħıri : hatmi çiçeği.(hırı) (hiri) [ ħırnik: sümük. (hırnik) ħırtek: gırtlak. hırtik : 1. boğmacaya benzer bir hastalık. 2. kuş palazı gibi nefes darlığı yapan bir çeşit hastalık. hırzan: aç gözlü. ħısla- : çalmak. (ħisla-) hışı çık-: mahvolmak, dövülmek. hışma: avuç. hışmala-: avuçlamak. hızana gel-: dişi köpek vb. hayvanlar çiftleşmek istemek. hinav : nemli toprak. hindi : şimdi hinģäveng: kalabalık, gürültülü yer. hingil : omuz his : is. ħodağ: 1.hayvan otlatan küçük çoban. 2. kağnılarda boyunduruğun gerisinde öküzün boynuna oturup öküzü süren çocuk. (hodak)4.sığır çobanı. (hodak) 5.bir ailenin sığırını güden kimse. (hodak) 6. hayvanlara bakan uşak, sığırtmaç. (hodak) [D.S.-Van] 7.çoban. (ħodaķ) hodak: kağnıların baş tarafının altına konan ve karaçavı tutan ağaç yastık. ħol : topaç. (hol) hop : saban demiri. hopan: 1.bakımsız kalmış bağ, bahçe, ev vb. şeyler. 2.yıkılası anlamında ilenç. ħorazlanla-: kamçılamak. horçcuk: çocukların oynarken kazdıkları küçük çukurlar. horozgözü: baharda açan bir çeşit sarı çiçek. ħortħaşir: yorgun. ħorum: 1. ot balyası. (horum) (horun) 2.biçilen otun bağ haline getirilerek kurumaya bırakılmış hali. ot bağı. ħoşaf : komposto. (ħoşşap) ħozan: 1.nadasa bırakılan tarla. 2. Dinlenmeye bırakılmış, birkaç yıl işlenmemiş toprak. 3. ekin biçildikten sonra tarlada kalan saplar. 4.ekini yeni biçilmiş tarla. ħozan tülküsü: tüyleri dökülmüş zayıf bitki. höyük: toprak yığını, tepecik. hukar: tohumu dövülüp toz haline getirilerek çocuklara uyku vermesi için yedirilen tarakotu. hunça: nişan töreni. ħurcun: heybe. ħurmadimdik: gagası kısa ve beyaz olan güvercin. hüştik: hoppa, züppe (hanım için). hüvenk: sıcak suyu ılıştırmak için katılan soğuk su (havan)
I-İ
ıncıħ: bacağın dizden aşağı kısmı. ırağ : uzak. ırlan- : türkü söylemek. ısıtma: sıtma hastalığı. (isitme) ışığlëmë: küçük pencere. ışıklık: pençere. ışķırıķ: ıslık. ibrıħ: ibrik [ ici : yılan: ide : iğde. igit : yiğit. iki canlı: ilan : yılan. ilancıħ: kemik veremi. ilandili: bir ot. 2.damarlı ve ince yaprakları olan pis kokulu bir ot. ilat : orun, kat. ili- : zayıflamak. ilincağ: 1.salıncak. 2. küçük çocuk salıncağı. ilintile-: iki parçayı birbirine iğreti olarak dikmek. ilişir : evvelki sene, iki yıl öncesi. (ılışır) (ilişil) ilit- : ısıtmak. ilitme : yağa yumurta kırmak suretiyle yapılan kahvaltılık yemek, yağda yumurta. illim : ille de. ilman : kaygan, cilalı. imansız dolma: etsiz yapılan dolma yemeği. ince ağrı: verem. incik : ağrı, sızı, acı. inciķuyruķ: kuyruk uçlarının tamamı ya da bir kısmı siyah renkte olan güvercin. indi : şimdi. ine : iğne. inek annı: tuzlanıp yenilen yemliğe benzer bir ot. ingilti: inilti. iranlı : gözün tamamı siyah renkte olan güvercin. irhan : reyhan. (irihan) isbit : araba tekerleğinin ağaç kısmı. iskemle: sandalye. issi : sıcak (ıssi) 2.yakıcı ve bunaltıcı sıcak, istiķan: bardak. 2.çay bardağı. (isdiķan) (isķan) işbabiyan: çekirdeği çıkarılmış kuru kayısı. (eşbabiyen) (işbabıyan ) (işbabyan) (işbapyan) işek: sidik. işlik : 1.gömlek. (içlik) itmek : yitmek, kaybolmak. it soğani: yabani soğan. itburnu: kuşburnuya benzer bir bitki. itdirseği: göz kapağından çıkan sivilce, arpacık. iti : keskin (bıçak için). itik : kayıp itil- : yok olmak, itir- : kaybetmek. itit- : bıçağı keskinleştirmek. iy- : yemek. iye : sahip. iyesiz: yerli yersiz konuşan, görgüsüz kişiler için kullanılır. iyh : 1.koku. 2.kötü koku. (iy)
K
kabakuşluk: öğleden bir iki saat önceki zaman. ķabal : toptan, götürü, hepsi birden. kabala-: ele geçirmek, sıkı tutmak. kabalak: bir çeşit başlık. kaban: dik yokuş, kayalık uçurum. kabırka: kuzu dolması. ķabristan: mezarlık. ķaçaħ: başka bir yerde barınmayan, yaşadığı yere sıkı sıkıya bağlı olan güvercin. ķaçaķ ķanada düş-: alıcı kuşa rastlayan güvercin korku ve telaşla çok hızlı kanat çırpmak. kada- : teyellemek, iri iri dikmek. kadaga: yasak, yasak olma durumu. kadaħ (I): ilinti, eğreti dikiş. kadaħ (II): yara izi. kadan-: dayanmak, direnmek. kadek: kırmızı bez. ķaftor : 1.yaşlı, ihtiyar. (këftor) 2. ihtiyar, cadı, bunak. (kaftar) (kafdar) kağ : 1. ekin arasında biten yabani otlar. 2. dağ yamaçlarındaki ince çayırlık yer. kâğız : kağıt. kağla : saz ve ekin sapı ile örülen, ağzı açık küçük sepet, kaşık sepeti. kağla-: sebze bahçelerinin, bağların yaban otlarını temizlemek. ķâħanġla-: çapalamak. kahınç: ayp, kusur, pürüz. kaħmığ: yontulan, rendelenen ağaç veya tahtadan çıkan kıymıklar. ķaķ : meyve kurusu. (kah) ķal: 1.ham, olgunlaşmamış. 2. olmamış ham meyve. (kel) kalaca: 1. küçük tepe. 2. küçük kale. 3. yığın. kala gel-: dişi inek ve manda boğaya gelmek. kalağan: devedikeni. kalak : 1.tezek yığını. (kalaħ) kamaş: tütünün dip yaprakları. kamçor: hayvan vergisi. ķamet: güç, takat. kanıħ : 1.ava alışmış tazı. 2. köpeğe verilen av eğitimi. kanli buri: dizanteri. ķaput: palto. kâr : sağır. karabas-: ateşlenmek, kâbus basmak. karaca (I): bir çeşit buğday hastalığı. karaca (II): karamuk otu. karaçalı: engel. karaçörek: çörek otu. ķaraķılçıķ: kılçıkları siyah olan kırmızı ya da beyaz ,sert taneli buğday. (karakılçık) karakıyah: beyaz ince tüylü ve salkım biçiminde çiçeği olan bir çeşit ot. ķaraķuyruķ: kuyruğu siyah renkteki güvercin. karalt-: büyü ile bir insanı diğer bir insandan soğutmak. karavank: toprak çanak. (karagan) karayer: mezar, gömüt. karbiçin: atsineği. karkış: ilenc, beddua. kargış tök-: ilenmek. karı- : kocamak, yaşlanmak. karıħ ol-: güneşli havada kara bakmaktan göz ağrımak. karmala-: avuçta sıkmak, avuçlamak. karmusla-: karanlıkta el ile bir şey aramak. karnakuş: kırlangıç. ķartmaħ: 1.vücutta oluşan kabaca kir. 2. kavun kabuğundaki pürtükler. (kartmaħ) (kartmağ) 3. kir tabakası.(kartmaħ) (kartmağ) 4.elde kir ve topraktan oluşan kabuk, iz. ġartmaķ ķartol : patates. (kartol) kārus : maydanoz. kaşan-: at eşek işemek. ķatığ (I): ekmeğin yanında yenilen yiyecek. ķatığ (II): yoğurt. ķav : sinir. kavluħ: sidik torbası (insan ve hayvanlarda). kavum: akraba. ķavurķa: 1. ateşte kavrulmuş buğday. 2.(kavurka) (kavurga) [ ķavut : 1.kavrulmuş buğday ununun sadeyağda pişirilmesiyle elde edilen bir kahvaltılık. 2. kavrulmuş ve dövülmüş tahıl ununun şeker ya da tatlı yemişle karışımı, helva.(kavut) ķavza-: kaldırmak. ķayıķ ver-: (güvercin uçarken) hiç çırpmadan kanatlarını açıp havada süzülmek. ķayış : kemer. kayıt- : geri dönmek. kaykanaħ: yağda pişirilmiş yumurta. ķazançe: ķazayağı: kazayağı biçiminde yaprakları olan bir ot kazınç: şikayet. ķëbir : kabir. kec : keci kıllarının dibindeki ince, yumuşak kıllar. ķëcelëġundik: bir çeşit ot. keci : ipek kozası. këçel : 1.Kel. 2.beyaz. këçitaşağı: bir ot türü. kefes : elbisenin kol ve göğüs kısmı. kefke : atkı. këfkür: süzgeç. këflen-: yemeğin üstü köpüklenmek këflik: keklik. këħank: yabanî otları temizlemek. kehet: bitmiş,eskimiş, tükenmiş. ķëhlep at: küheylân at. këhriz: su kanalı kel : erkek manda. kel camuş: erkek manda. këlağħ: beceriksiz, elinden iş gelmez kişi. kelbetin: kerpeten. këlebëk: kanat uçlarının ve kuyruğun siyah olduğu veya sadece kanat uçları siyah olan güvercin. këledoş: 1.çeşitli ot, mercimek ve nohutla yapılan bir tür yemek. (këlledoş) 2. yağda kavrulmuş soğan, mercimek, ceviz vb. şeylerden yapılan bir çeşit yemek. (kelecoş) (keledoş) 3. doğranmış ekmek ya da yufka üzerine kavurma ve yağsız peynir koyarak yapılan yemek. (kelecoş) kelef : 1. iplik çilesi. 2. iplik yumağı. kelefe: samanlık. këlek : ırmaklarda karşıdan karşıya geçmekte kullanılansal. (keleg) këlem: lahana. këleve: tuvalet. kelħot: dişleri dökülmüş. kellebaş: damat hediyesi. këlotiğ: yalak. këmbağ: virane,yıkılmış. kemmeci: toptancı. këmre: 1.hayvan gübresi. 2. koyun gübresinin basılmışı. kemsek: belin ya da çapanın çıkardığı sıkışmış kuru iri toprak parçası. (kersek) kendal: dik, keskin çukur. kengerhan: kenger otunu çıkarmak için kullanılan ince demir. kenkân: kuyu kazan. kepenek (I): çobanların soğuktan korunmak için giydikleri keçeden yapılan kolsuz bir giyecek. kepenek (II): kelebek. keran : kalın tavan direği, büyük ağaç. kerandi: tırpan. kerdi : 1.meyve ve sebze bahçelerinde hafif tümseklerle ayrılan bölmelerden her birine verilen ad. 2.sebze evleği. kerdivar: evlekler arasından geçen su yolu, ark. kerehane: ateş küreği. keremet: uğur, şans, talih. kereyağı: tereyağı. kerkeħ: keser. kërki : keser. (kerki) kermah: atlara yedirilen besleyici bir ot. keroz: maydanoz. kerpiş: kerpiç kërsek: sürülmüş tarlada parçalanmamış toprak kesek. kërti : bayat. (kerti) kes : döner yemeği. kesbiç: kız istendikten sonra iki tarafın tesbit ettiği bir günde kız evinde toplanıp kız tarafının isteklerinin ileri sürüldüğü, bu isteklerin arabulucu yoluyla bir sonuca bağlanması işi. keşgek: et ile dövülmüş buğdaydan yapılan bir çeşit yemek. keşir : havuç. keşk : kurut. kete : yağlı mayalı ya da mayasız hamurdan yapılan külde pişirilen çörek. ketir kütür: 1.yüksekli alçaklı, engebeli. 2. eğri büğrü, düz olmayan, pürüzlü (yüzey için). këttenëk: çok iri. keysi : giysi, çamaşır. këyvëni: 1.para karşılığı başkasına lavaş ekmeği yapan kişi. 2. ekmek yapan kimse. (keyveni) 3. kadın hizmetçi. kezağa: biçimsiz, çirkin, gözden düşmüş elbiseler için söylenir. kezeka: çoban çorbası. kezel : kuru yaprak, gazel. kezih : böcek. kezil : keçi kılından bükülerek yapılan ip. ķığ : koyun, keci vb. gübresi. ķıħt düş-: yorgunluktan mest olmak. kılınboz: orta yaşlı. ķılizit : gri renk bir tür kumaş. kımıç : kuruk sokumu. kıncola: çok küçük. kındırla-: yuvarlamak, yuvarlaya yuvarlaya götürmek. kıraħ : 1. çevre, kıyı, kenar, uç. kırav (I): kırağı. kırav (II): sert, sinirli. kırcana: küçük el şamdanı. kırç : ufak tefek yakacak, çerçöp. kırdan: enenmiş manda. kırıço : beştaş oyunu. kırız (I): kanı karışık, melez. kırız (II): küçük yağ küpü. kırmı : kene. (kırnı) ķırnap: sicim, ip. kırrığan: çocuk. ķırşan: yüze sürülen beyaz renkli pudraya benzer bir makyaj malzemesi. kırtaç: salyangoz. kırtız : yün ipliğinin pisliklerini temizlemek için kullanılan 10-15 cm. boyundaki düz ağaç parçası ya da ince kamış ķırtik : 1.ufak parça, az, azıcık. (kırtik) 2. bir lokma, çok az, azıcık. (kırtdık) kırvan: erkek manda. ķısķa: arpacık soğan. (kısga) (sısķa) (tısķa) ķısķanç (I): cımbız. ķısķanç (II): kıskaçlı bir böcek. ķışġır-: bağırmak. ķıtlama: kesme şekeri ağza alarak içilen çay. (ġırtlama) (kırtdama) kıygaç: büyük süt ve su bakracı. kız evli: kız tarafı, kızın ailesi. kızdırma: sıtma. kızılcık: bir çeşit çiçek hastalığı. kızılgöz: şaraplık kara üzüm. kızılkurt: at ve eşeklerin makatlarında ya da kalın bağırsaklarında kurt. ķızın-: ısınmak. (kızın) ķızışma: eş tutma zamanı erkek kuş, çiftleşme isteği göstermek. kızlan-: kesilmiş tavuk vb. hayvanların derileri üstündeki kıllar ateşte yakılmak, ütülenmek. kızrık: kavrulmuş, yanmış. (kızzık) kif : kir. kile : tahıl ölçüsü. kili : tarla sınırı. kilk (yün): 1.yün tarağından arta kalan yün. 2. yünün tarandıktan sonra tarakta kalan kepekli, çöplü tozları. kimi : gibi. kimin : gibi. kindirek: merdane. ķındıraķ) (kındırak) (ķındırek) (kündürek) kip (I) : bir şeyin başka bir şeyle (büyüklük ve hacim yönünden) tamı tamına uygun gelmesi kip (II): sağlam, dayanıklı. kiple- : bir şey sağlama almak, sıkı sıkıya bağlamak. kiran : iki öküzün arasına gelen ağaç. kire : altında killi ve kireçli tabaka bulunan yerler. kirik : bir buğday cinsi kirpiş-: ürpermek. kirpit-: kulak kabartmak. kirşan: üstübeç, allık, pudra. kirşe: kış günleri insanların sakal ve bıyıkğı, hayvanların tüyleri, bitkilerin yaprak ve dalları üzerinde olan buz. kirvelik: kirveye gönderilen armağan. kisķaftor: çok yaşlı, moruk, sevimsiz. kiş : satranç oyununda şah. kişi : erkek. kişik : satranç oyunu. kişmiş: çekirdeksiz kuru üzüm. kişniş: tohum halinde bahçelere ekilen, maydanoza benzer hoş kokulu bir bitki. ķobpala-: kafaya tokat atmak. ķoç avuç: iki avucun birleşmesi: ķoç avuç çerez aldi. koçağ: kabadayı, yiğit, yürekli. (koçaħ) ķoduğ: eşek yavrusu, sıpa. (kodak) (koduk) ķofik: 1. kadın başlığı. (ķofi) 2. evli, köy kadınlarının başlarına giydikleri üstü sargılı ve alıntılı fes, bir çeşit başlık.(kofu) ķoġurt: irice bir balık türü koka : peksimet gibi küçük ve kurutulmuş ekmek. kol (I): boynuzlu olması gerektiği halde boynuzsuz veya kısa ve kırık boynuzlu olan hayvan. (kolo) kol (II): 1.kök, köken. 2.ağacın dibinden çıkan sürgünler. (kōl) ķol boyu: kuşun hafifçe yükselip bir iki takla atmasıdır. ķol boyu sıķ- Güvercini göğsü avuç içine alınacak biçimde tutularak havaya fırlatmak. kolbağı: kadın bileziği. kolçah: ceket, gömlek ya da elbise kollarının kirlenmesine engel olmak için bilekten dirseğe kadar geçirilen eğreti kolluk. ķolik : 1.basit kulübe, bostan evi. (ķolıķ) 2.kümes.(ķolıķ) 3. baraka, kulube (koluk) ķollo: 1.kuyruğu kesik hayvan. kolot: 1.kısa. 2. çok kısa boylu, cüce. (kolut) ķom : 1.ağıl. (kom) 2.hayvan barınağı. (köm) kom : küçük tümsek. ķon : 1.çadır. 2.keçi yününde yapılan çadır. konaħ: yolculukta geceyi geçirmek üzere yapılan yer,han. ķonaķ: baştaki kepekli bir deri rahatsızlığına sebep olan bir canlı. konak: konuk, misafir. (konaħ) konaklık: şölen, yemekli çağrı. ķonzaķ: harap, dökük dam, ev. kop : hızlı koşmak. kor : kör. (kōr) kora (I): kilit. kora (II): olgunlaşmamış üzüm, koruk. korava: ekşi meyvelerden yapılan marmelat, meyve ezmesi. korgi : kartal. kori : suyu tarlaya dağıtan büyük ark. ķorinġan: yılda iki kez biçilen, dört veya beş yıl ürün veren, sığır ve mandalara yedirilen bir çeşit ot. (koringön) [ korok: bekçi. kortuk: 1.çukur koruħ: otunu biçmek için korunan tarla. ķoruķçu: 1.yasakçı yayla korukçusu. 2. kır, koru, tarla bekçisi. (koruħçu) korz : saban ve pulluğun toprakta açtığı iz. koşa : sınırdaş, yan yana. koşun: arabaya, pulluğa koşulacak hayvan. kötan : 1.çift sürme, harmanda kullanılan düven. (ķotan) 2. pulluk, büyük saban. (kotan) ķovik : huni. koyun gözü: iri ve yassı taneli bir çeşit kara üzüm. köçelik: çürütülmüş ayran. köçer : göçebe. (ķoccer) kökel-: şişmanlamak. kölge: gölge kömek: yardım. körduz: derin yağ kutularından yağ çıkarmaya veya yerden pancar çıkarmaya yarayan spatulaya benzer demirden yapılmış alet. körpi : köprü. kösev: 1.ateş karıştırılan ucu yanmış ağaç, tandır dibindeki ateşi karıştırmak için kullanılan uzun sopa. 2.değenek: üzerime gelen köpekleri ancak kösevi ile kovdum. (kösevi) köş- : göçmek kötev: hayvanların karınlarının altında olan şiş, bir çeşitçıban. kötürce: 1. torunun çocuğu. 2. torunun torunu. kötürge: mancınık. köynëk: 1.gömlek. 2.atlet. (könnek) 3.fanila, iç çamaşır.4.gömlek, iç gömleği. (köynek) közer : 1.harman artığı. [B.K-Van] 2.iyice dövülerek kabuğundan ayrılmış buğday başakları, harman altı. (közer) közer dög-: uykusu gelmek. kuçik : küçük. ķuflan: salıncak. (kuflan) kulun: at ve eşek yavrusu. ķuma: evli bir kadının üzerine gelen ikinci, üçüncü eşler. kundaħ: üzüm salkımı. kur : hayırsız, uğursuz. ķurik: 1.at yavrusu. 2.eşek yavrusu. (kürik) kuruz ol-: kumarda tüm parasını yitirmek. kuset-: oyundan çıkarmak. ķuş elle-: başkasına ait bir güvercini dama indirip yakalamak için kuşçunun kendi kuşlarını havalandırmak. ķuşatan: sapan (ġuşatan) kuşeymeği: ebegümeci. ķuşķana: tencere. (ġuşġana) (ġuşğane) (ġuşħana) (ġuşķanā) ķutik : köpek yavrusu. (kutuk) ķuyla-: bir şeyi gömmek. kuymaħ: sulu un yemeği, un çorbası. ķuyruğunişanlı: kuyruğunun bir veya iki teleği siyah olan güvercin. ķuzay: güneş görmeyen gölgelik yer. (kuzay küçe : sokak. küflanķuf: salıncak. (küflanküf) (kuflankuf) kül tiği: kül yığını. külbaş: zavallı, acınacak halde olan. külduman: tüylerinin tamamı kül renkte olan güvercin. külelik: tandırın hava deliğine takılan bez tıkaç. küleş : buğday bağlamı. külfeng: tandırı havalandırmaya yarayan baca. külfet : aile, eş ve çocuklar. külle : hayvanın başı ile vuruşu, tos. küllük: çöplük. künci : susam. künt : hamur bezesi, yoğrulan hamurdan yapılan topaklar. küpe : küp. küpeli: kulağının yanında kalkık tüyü olan güvercin. küpeminen:sihirbaz kürk : kuluçkaya yatan tavuk. (kürke) kürke yat-: tavuk kuluçkaya yatmak. (küke yat-) kürsi : 1.sandalye. (kürsü) (ķursu) 2.tandırın üzerine konulan dört ayaklı ağaç masadır. Bu masanın üzerinde kışın yatılır. Evlerde mangal üzerine de benzer bir kürsü yapılır. (kürsü) küsgi : taş kaldırmakta kullanılan uzun demir. küt : 1.hamuru tandıra düşürme. [2.tandıra pişirilmek için yapıştırılan hamurdan düşen parçalar. küvle : 1.tandırın hava alması için alt tarafından bırakılan delik, havalandırma deliği. (külve) 2. baca (kövle) küvle böceği: tandır civarında bulunan, dokunulduğunda top haline gelen bir böcek, tespih böceği. küvle tıķancı: tandırlara açılan havalandırma deliğinin kapatan araç. küze : küçük testi
L
lafta: herif. lak (I) : bozuk yumurta. (lāk) lak (II): tembel, beceriksiz. lâk : 1.yemek artıkları. 2. köpeğin yemliği. 3.köpeğe verilmek için suda ıslatılmış ekmek kırıntısı, sofra artığı.] (lak) lal : dilsiz. lapla : keçi koyun gübresi. lap lap konuş-: büyük konuşmak, bilgiçlik taslayarak konuşmak. lavaş : 1.tandırda pişirilen ince, açık ekmek, yufka ekmek. 2.yufka. lecek : baş örtüsü. (leçek) (leyçek) (neçek) leçerleş-: arsızlaşmak. legençe: geniş yemek tabağı. leggoz: fındık oyununda bütün fındıkların çukur içinde kalması. lëħlë- : 1.(daha çok hayvanlar için) susamak, susuzluktan dili dışarıda kalmak. 2. yorgunluktan solumak. (lehle-) lekan : yumuşak karda kolay yürümek için ince,yumuşak ağaç dallarından örülerek ayağa takılan düz, yuvarlak bir araç. lembekan: çay tabağı. lembeki: 1.kulplu tava. 2.küçük tabak, küçük sahan. lemelem: çok dolu. leng vur-: topallamak. lengeri: bakır tabak, tencere. (lengeli) lepe : 1.nohut. 2.lapa. lepik : 1. yassı taş. 2.küçük ince taş. levün : 1.çeşit 2.biçim. leymun: limon. lıġır : 1.şişman 2.tombul. lıġlığa (I): 1.bataklık. 2.su yatağının yumuşak durumu. (lığlığa) 3.vıcık vıcık( çamur için). (lığlığa) (lığlığa (II): boğaz. lığlığa (III): esnek. lihsan: nisan. lil (I) 1.cıvık çamur. 2. çamurlu bulanık su. lil (II): su yosunu. loğ : silindir şeklinde kar ve sudan dolayı çatlamış toprak damın üstünün düzeltilmesinde kullanılan genellikle betondan yapılmış alet. lol et-: işemek (çocuk dilinde). londor et-: yuvarlanmak, düşürmek, alt etmek. lop : küçük oturma minderi. lor : 1. kaymağı alınmış sütten yapılan yağsız peynir. 2.çökelek. loruk : takma ad. losdar: saman aktarmaktan kullanılan beş dişli, büyük tahta yaba. (lostar ) loti : iştahına düşkün, nefsine düşkün, pisboğaz lülle (I): baldırdaki içi boş kemik. [D.S.-Erciş] lülle (II): 1. su akan musluksuz boru. 2. tüfek ya da çiftenin namlusu. lülük: çaydanlık veya ibriğin su akan yeri. (lüllük)
M
maan: bana. (man) (mana) maç : sabanın, elle tutarak yöneltmeye yarayan baston biçimindeki sapı. medek: 1.dişi manda. (madek) 2.manda yavrusu, malak. madık: deve tabanı bitkisi. mağaza: yiyeceklerin saklandığı evin bodrum katı. mağal: 1.koyunun kırda yatıp dinlendiği yer, koyunun kırda yatırılıp dinlendirilmesi. (meğel) 2. koyunun kırda yatırılıp dinlendirilmesi. (meğel) mağrib: akşam: mahana: bahane. [ maħle pici: serçe parmağı. mahna: ileri sürülen sözde neden. mahrama: büyük mendil. (mahraba) [ maķat: divan. (manķat) ] makine: kamyon. malamat: 1.çirkin 2.alçak, aşağılık. malamat et-: birinin ayıbını açığa çıkararak onu utanacak duruma sokmak. malħoy: mal sahibi manger: tahta tırmık. mank : sersem, ahmak. mank ol-: sersem olmak. maral : ceylan. marķaryos: siyah-beyaz karışık renkteki güvercin. maşata: mandal. maşga çık-: pikniğe gitmek. mayıs: yaş sığır pisliği, gübre. maz : iki yaşındaki kuzu. mazik: üvey oğul. mazraķa: ekmeği tandır içine yapıştırmaya yarayan ağaçtan örülmüş dışı kumaş yastık. (mazraka): mecrefe: damdan kar atmaya yarayan kar küreği. mehle: mahalle. melemez: beceriksiz, tembel. mellaki: irice bir armut cinsi. melleci: bir armut cinsi. melli: kısa sopa. mellikan: çelik çomak oyunu. melmeket: memleket mën : ben. mendi: 1.dağlarda kendiliğinden yetişen bir bitkidir. Kökünden ayrılarak toplanır, sirmo ile birlikte otlu peynir yapımında kullanılır. 2.dış kabuğu soyularak özü yenilen, tadı ve kokusu güzel bir ot. (mende) (mendo) menevşe: menekşe. menşur: tanınmış, ünlü. meraħ: merak. merek: samanlık. merez: köpeğin yaşı. mermerşahi: büyük beyaz baş örtüsü. meronsuz: suratsız: çok meronsuz bir adam. mertek: 1. ince uzun ağaç. toprak evin damına konulan ağaç dalları. 2. Fasulye sırığı. merze: zeyturun da denilen hoş kokulu bir bitkidir. Bahçelerde ekilir ve toplanıp kurutulduktan sonra köftelerde kullanılır. mes : ince deriden yapılan ve lastik ayakkabı içine giyilen bir çeşit çizme. metel : boş mev : 1.üzüm bahçesi. [2.Üzüm kütüğü ve çubuğu, asma. [D.S.-Erciş] mevlik: üzüm bağı. meymenet: uğurlu veya uğursuzluk hali. meymın: maymun. meyteb: mektep, okul. mëzikgë: tandır ekmeği. mezmeze: sert kabuklu üzerinde dilim biçiminde çizgiler olan bir çeşit kavun. mıdık : iki yüzlü, yüze gülen. (mıdıħ) mığmığ: 1.bir tür sinek. tatarcık. mıħ : çivi. (mığ) mıhla : soğanlı kıyma, pastırma üstüne yumurta kırılarak yapılan yemek mıħo : 1.beceriksiz, işe yaramaz, sünepe, pısırık. 2.iyi uçamayan ve takla atamayan güvercin. 3.bacağında tüy olmayan güvercin. Posta güvercini. mırdar: pis, kötü. mırıh : doğuştan dudağı yarık, tavşandudaklı. mırigini as-: suratını asmak. mırnav: 1. erkeğe çok düşkün olan kadın. 2. kedilerin çok istekli olduğu zaman. mırtıklan-: az su ile yıkanmak, yıkanmaya çalışmak. mısır : hindi. [ mışırlık: ahırdaki hayvan yemliği. mıtrıp : çingene. (mıtırıp) mızraķ boyu çekme: takla atan güvercinin dikine doğru havalanıp beş-altı kez takla atmasıdır. mızraķ çekme: takla atan güvercinin dikine doğru havalanıp beş-altı kez takla atmasıdır. micimsiz: pis boğaz. mij : sis. milak : kışın yenmek üzere ipe dizilip tavana asılmak suretiyle saklanan armut, ayva vb. yiyecekler. milav : fındık veya bilya oyununda yere açılan çukur. (mirav) min- : binmek. min bin. mincik: saç teli. mincilo: ufacık, minicik. (mincile) mintan: gömlek. mir : bey. mirat : sahibi ölmüş, sahipsiz mal mirav : su yollarına bakan kimse. mircilik: devetabanı bitkisi. mirmir: eti pis kokan erkek keçi. misin : bakır sürahi. (mesin) misran: hayvanlara yem verilen yer, yemlik. (mırsan) (mısrani) (misrani) (mısranlı) mişevşi: 1.mercimek çorbası. 2.öğütülmüş buğday, öğütülmüş mercimek, acı biber, ve kavurma ile yapılan çorba. mitil : yüz geçirilmiş yorgan, şilte, minder, yatak. mocik: çap’ın dörtte biri olan tahıl ölçüsü. moda: maşrafa. moncoħ: boncuk. (muncuķ) (muncuħ) mor : patlıcan. mor baldırcan: patlıcan. morodoni salla-: asık suratlı olmak. moz: 1.karasinek, öküz sineği. 2.siyah, büyük arı cinsinden bir böcek. mozlan-: kabadayılanmak. mozuk: ikinci kez evlenen kadının ilk kocasından olan çocukları. möhre: 1.taş, tuğla, kerpiç kullanmadan sadece çamurla yapılan duvar. 2.duvar. 3. çamur, taş duvar (mühre) 4.toprağı, çamuru sıkıştırarak yapılan bir çeşit duvar. (mühre) muğda: bakır kupa. muħsi: sinsi, içten pazarlıklı. mumbar: 1. sığır, koyun, keçi vb. hayvanların kalın bağırsağı. 2. kalın bağırsağa kıyma, ciğer, pirinç ve soğan doldurularak yapılan bir çeşit yemek. murcalık: 1.çiçeği eflatun renkli, yaprakları cacığa katılarak yenilen yumru köklü bir ot. 2. topraktan çıkarılarak yenen beyaz renkte,ince kabuklu ve tatlı bir çeşit yumru kök. (murçalıh) murtuğa: 1.unu yağda kavrularak yapılan şekersiz helva. 2.un ve yumurta ile yapılan kahvaltılık bir yemek. muruz: surat, yüz. mustafaçiçeği: su kıyılarında, çayırlarda yetişen, parlak yapraklı sarı renkli çiçek. muşabaħ (I): bir çeşit çorap örgüsü. muşabaħ (II): kabukları kolay kırılan ceviz. muştu: müjde. mürbe: 1.evlerde çalıştırılan işçi. 2. toprağın ekilmek için yarıya verildiği adam, yarıcı. mürbe: evlerde çalıştırılan işçi. mürgüle-: oturduğu yerde uyuklamak, şekerleme yapmak.
N
nabal: günah. (nabal) (nabaf) nacaķ: kısa saplı balta. ] nacar: marangoz naçar: aciz . nağıl: hikaye. naħır: büyükbaş hayvan sürüsü. (nağır) (nahır) (naħir) naħırcı: çoban, köyün, mahallenin hayvanlarını belli bir süre otlatmak üzere kiralanan çoban. (nahırcı) (naħirci) naħışla-: nakışlamak naħana: lahana (nahna) nahuneci: çıkarcı,fırsatçı. namazķılan: namazlık, seccade. namektan: tuzluk. (lemekdan) (nemekda) (nemekdan) naneħır: yetişkin kız. nazbalik: yastık örtüsü. nece : nasıl. nefissiz: nefsine düşkün. neft : gazyağı. nehre: 1. yayık. 2.topraktan yapılmış yayık.(nihre) nehre vur-: yayıktan yağ çıkarmak. nene : anneanne, babaanne. nerdivan: merdiven neri : 1.dağ keçisi. 2.iki yaşından büyük erkek keçi. netırce: 1.torunun torunu. 2. torun çocuğu. (netirge) neve : torun. nicim : tok gözlülük. nicimli: tok gözlü. nicimsiz: nefsine düşkün ,pis boğaz, görgüsüz. nişanķuyruķ: kuyruğunun bir veya iki teleği siyah olan güvercin. nişte : sabah-öğle arası. niyaran: merakta. noķtapapaħ: başında tek tüyün kalkık olduğu güverci nökër: hizmetçi. nubar: turfanda, ilk olgunlaşan meyve. nubar et-: turfanda sebze ya da meyveyi ilk kez yemek. nusġa: muska nusķalı: beyaz güvercinin kanadında muskaya benzer şekil bulunan güvercin.
O
obaşdan:1.sahur. (obaşta) (obeştan) 2.şafak sökmeden, erkenden, ocaħ: fide ya da ağaç dikmek için açılan çukur. oğraħ: iki yolun birleştiği yer geçit yeri. oğunmak : 1.herhangi bir sebepten içi geçmek, dövünmek. 2.soluğu kesilmek tıkanmak. 3. topaç, çok hızlı dönmek. oħmak : bulaşıcı hastalığı olanın hastalığı başkasınageçmek, bulaşmak. oħ : ok. oħumak : okumak. ohuci hestelik: hastalık. oħuyici: düğün davetcisi. oki : mesela. oķlav : hamur açmakta kullanılan uzun ve silindir şeklindeki tahtadan yapılmış araç oklava. (oħlav) oķşamak : ölen birisi için türkülü ağıt yapmak. onar : onlar. oraħ : orak. ordubozanlık etmek : mızıkçılık etmek. ortanci: ortanca otağ : 1. misafir için evin dışında yapılmış oda. 2. oda (otaķ) 3.köy odası. otarmak : otlatmak. oyaķ : uyanık. (oyaħ) oyanmak : uyanmak.
Ö
ög: ön, ögine baħ. ölet : kolera. ölüşgemek : bitkiler, çiçekler güneşten tazeliğini yitirerek pörsümek, solmak. önnik: önlük örken: 1. kıldan yapılan halat. 2.Hayvanları bağlamaya yarayan kalın ip ya da zincir. örtme: üstü kapalı önü açık yer. örük : saç örgüsü. (hörük) [ örzek: 1.öz, çekirdek, iç yapı, bünye. 2. Bitkilerde tohumun oluştuğu dal. örzek atmak : tohuma durmak. övle : öğle vakti. öymek : övmek. öyneş: oynaş, sevgili. öz : kendi. özi : kendi. özüm : kendim.
P
paca: 1.baca. 2.pençere, tavan pençeresi. paçalı: parmak uçlarına kadar tüyün bulunduğu güvercin. paçasız: uzun mesafeler gidebilen bacakları tüysüz güvercin. paħır: bakır. palıt : çınar, meşe vb. ağaçların meyvesi, pelit. pampuħ: pamuk. pamuķ: bir cins elma. pantor: pantalon. papaħlı: kafanın arkasındaki tüylerin kalkık olduğu güvercin. papo : 1.ayakkabı. 2.ayak (çocuk dilinde). parç : topraktan yapılmış yoğurt kabı. parħaç: bakraç, su veya süt kovası. parlaķ etmek : başkasına ait bir güvercini dama indirip yakalamak için kuşçu, kendi kuşlarını dam üstünde havalandırmak. parlaķ vermek : başkasına ait bir güvercini dama indirip yakalamak için kuşçu, kendi kuşlarını dam üstünde havalandırmak. part : otuz bağ ot yığını. partız: otuz bağ ot yığını. payam: badem. payiz : sonbahar. payton: fayton. pazik: şeker pancarı. (pazık) 2.ıspanak. pazubent: belli bir işaret olarak kola geçirilen enlice kuşak, kolçak; Kol muskası. pëħıl: kıskanç. peke: küçük sehpa. pencer: 1.dağlarda yetişen uzun, ince yapraklı, toplandıktan sonra ya saç örgüsü şeklinde örülerek ya da küçük küçük doğranarak güneşte kurutulan, kışın özellikle keledoş ve bulgur aşı gibi yemeklerde kullanılan bir bitki. 2. pancar. (péncer) penek: girintili çıkıntılı bağ karıklarının dışında kalan geniş toprak parçası. pepe : ekmek (çocuk dilinde). per : çark, değirmen ve vapurun pervanesi. perde atmak : gıdasız (kireçsiz) kalan güvercin, kabuğu ince veya sadece zardan oluşan kabuksuz yumurta çıkarmak. përëk: tuz, soda. 2.Soda. (perek) 3. Soda, boraks. (porak) (porek) përëklen-: göle girmekle oluşan vücuttaki beyaz soda,tuz lekeleri. peren peren: darmadağınık, karmakarışık. perk : katı, sert. perkit-: iyice gererek, sıkıştırarak, vurarak sağlamlaştırma. perperuħ: kelebek. peşgir: 1.havlu. 2.önlük. 3.çarşaf. (peşkir) peye : ahır. peyġamber buġdayi: mısır. peyin : gübre. (pehin) pıç : sırt, omuz. pıħpıħ: boğazın iltihaplanması sonucu güvercinin öksürüğe benzeyen ses çıkarması. pınık : küçük sepet. pırpırik: harabek de denilen zehirli bir ot pısmak : sinmek, büzülmak, korkudan büzülmek. pışo pışo etmek : suyundan gitmek, iknaya çalışmak. pıtırağ: tohumu dikenli bir bitki. pilandih: sabun kabarcığı. pilekan: merdiven. pilov : pilav pin : kümes. (pim) pinġal: tavuğun altına yumurtlaması için önceden konulan yumurta, fol. (pingal) pinti : pis, kirli. pipo : bir ot türü. pisküvit: bisküvi. piste : raf. pişik : kedi. (bişik) pişpander: kapı içi. pişpişo: bir ot türü. pişte : üzüm salkımı. piy : iç yağı. poçik : 1.kuyruk sokumu. (poççik) 2. kuyruk. (boçik) poħéşşeği: ahırdaki gübreyi dışarıya atmak için kullanılan sepetin konulduğu ağaç sehpa. pompili: 1.tavuk veya güvercinin başının üzerindeki kalkık tüy. 2.kafanın arkasındaki tüylerin kalkık olduğu güvercin. pormut (I): ağaç kabuğundaki kabarcıklar. pormut (II): kumaş ya da elbise kırışığı. potin : ayakkabı. potor : yüzünde çiçek bozuğu ya da çil olan kimse.(potur) pöflemek : üflemek. pörk (I): düğünde gelinin baba evinden yola çıktığını bildiren haber. pörk (II): erkeklerin giydiği bir çeşit başlık, takke, külah. puj : içi boş, kof, çürük. pundal: funda, fundalık. punpul: 1.tıraş ederken çocukların alınların üstünde bırakılan bir tutam saç, perçem 2- güvercin ve tavukların tepelerindeki tüyler. 3. püskül. put davarı: kışın para ile bakılmaya verilen davar. puta : budak, budaklı ağaç. puta vermek: Hayvanları kış aylarında bakılmaya beslenmeye vermek. putalamak : ışıldamak. puza : kaba, biçimsiz, terbiyesiz. püçülük: havuç. (pürçülük) (puçuli) (purçilik) (purçuluk) püfürük: ince bulgur ile yapılan sulu pilav. pülüç: meyvelerin lifli, pütür pütür kısmı. pür : soğan, pancar, şalgam, turp, patates vb. sebzelerin yaprakları. pürpürüm: semizotu. pürtük: yabancı dil ile yazılmış kitap. püşürük: toprak damlı evlerde dama döşenen cıvık çamur.
R
rafata:tandıra ekmek hamurunu vurmaya yarayan bezden yapılmış araç. revde : yırtıcı hayvan topluluğu. rızlemek : çoğalmak. rüt : aç, çıplak, çok yoksul. (rut)
S
saan: sana. saba : yarına, sabaha. sabbahan: sabahleyin sabbalayın: sabahleyin saçuzatan: hayvanların sırtındaki kalın damar. sağalmak: iyileşmek. sağınnıh: süt ya da yoğurt kabı. (sağınnık) sahab: sahip sahan: bakır tabak. saħar : belki, olasılıkla. saħlamak : saklamak. sakar: ince söğüt dallarından örülmüş saman sepeti. saķo : palto. sal (I) : hasta, yaralı ya da ölü taşınan sedye.sal (II): kaldırım yapmakta kullanılan yassı ve büyük taş. salaca: tabut. salaħana: mezbaha salık : haber, bilgi. (salıh) salıkla-: bir kavramı bütün öğeleri ile anlatmak,bir şeyi özel ve temel nitelikleri ile sayarak tanıtmak, tanımlamak. salkı : vergi. salmanca: söğüt yaprağına benzeyen, yapraklarının arkası beyaz bir çeşit bitki. samtel: boyunduruğun deliklerine geçirilen eğri ağaçları bağlayan ip. sami : öküz arabalarında boyunduruğa geçirilen, öküzlerin bağlanmasına yarayan demir ya da ağaç çubuklar, boyunduruk zelvesi. (samı) sançmak : ısırmak, sokmak. sancaķ: çataliğne. sandıħ: sandık sanık: kirvenin kucağında sünnet edilen çocuk. (sanig) (sanıg) sarat : büyük delikli kalbur. (serad) sarga: yelek boyunda, kollu, önü açık, düz yakalı, kadifeden işli kadın elbisesi. sassı: kokmuş, bayatlamış. satıl : bakraç, kova. (sitil) sav (I): karşılıklı konuşma, sohbet. sav (II): keskinlik savatla-: gümüş eşyayı savatla işlemek. savuħ: soğuk. .[A.L.-Van]; [Caf.-Van] (savuh) sebet : 1.küfe, sepet. 2.değirmende buğdayın döküldüğü kesik koni biçimindeki yer. seçme: tandır yakmak için bahçeden toplanan yaprak, kıymık, tezek vb. Parçalar. (şeşme) seçmelik: gübrelik. sedır : tahta divan. sefi : saf seğirtmek : 1. kıpırdamak, harekete geçmek. 2. hızlı koşmak. seher : sabah. sehing: su testisi. seķavül: daha çok kar süpürmek için kullanılan çalı süpürgesi. sekü : 1.evin girişindeki yükseltilmiş taraca, seki. 2.tahtadan yapılmış divan. sel : tandırda ekmek yapmaya yarayan sac. selan : soğuk, soğuk hava. sele : 1.ekmeğin bırakıldığı sepet. [S.S.-Van] 2. kulpsuz, yayvan çamaşır sepeti. sëlemek : söylemek. (solemek) (sölemek) sellem: belli bir zaman için hayvan karşılığında borç para veya eşya vermek. sengeser: kurut, kuru soğan, yeşil mercimekten yapılan bir yemek. serkeli: becerikli, yetenekli. sernik: süt sağma kabı. serpene: 1.asma. 2.meyve ağaçlarına, üzüm çubuklarına dik durması ve sarılması için vurulan destek, dayak. setircem: akciğer yangısı, zatülcenp. sevdican: kadın ve erkeklerin birlikte oynadıkları bir halk oyunu. sevindirik: birden ve çok sevinçle duyulan heyecan. sevündüraķ olmak : 1. çok sevinmek 2. sevinç ve coşku ile şaşırıp eli ayağı dolaşmak. (sevündürak olmak) (sevündürek olmak) seysen: seksen sezalmak : yorgunluktan süzülmek, halsiz düşmek. sıfır : göğsünde ve kuyruğunda siyah renk bulunan güvercin. sıfırķuyruķ: kuyruğu koyu siyah olan güvercin. sıġarlamak : okşamak. sıħılmak : sıkılmak sınangılı: deneyi yapılmış, denemiş. sındı : makas. sınıkçı: kırık, çıkık bağlayan kimse. sır : hafif esen dondurucu yel. sırġa : küpe. (sırğa) sırımak : sağlam ve sıkıca dikmek, çitimek. sırım : kağnı dingili. sırni : kağnıda iki tekerleği birbirine bağlayan ağaç sırtarmak : sırıtmak. sırtıġ : yüzsüz, utanmaz. (çocuklar için) (sırtık) sırtıħ : cıvık, sırıtık. sışlamak : sıçramak sıtar : korumak, kollamak, barınmak, bir yerde tutunmak, biriyle geçinmek, başarılı olmak. sıtar etmek : barındırmak. sıtara : giyim kuşam, kılık. sıyrıncaķ: 1.kaygan. (sıyrıncaħ) 2.kaygıncak. (siyrınçaķ) sile : ağzına değin dolu, tam. sinci : iğde. sinece: hain, sinsi. sini : tepsi. sinsin: gece ateş çevresinde oynanan bir çeşit oyun. sirmo : 1. otlu peynire özel bir koku veren yabani sarımsak. 2. Acımsı yabanî bir ot. sofi : 1.sofu, softa. 2.aşık oyununda aşığın yan tümsek kısmı. soğ : 1.hayvan derisi parçası, gön. 2.çarık yapmak için kesilen gön parçaları. (zoğ) soğulcan: solucan. sona : bir cins dişi ördek. sormak : emmek. soyha: 1.sahipsiz, sahibi ölmüş mal . 2.ölünün üstünden çıkan elbise. (soyħa) (soyka) söhür: sahur. subay: 1.çağı geldiği halde evlenemeyen, serseri. 2. zabit. sueleği: kadının dişilik organı. sufat: yüz çehre. suiti : 1.kunduz. 2. porsuk. 3.su samuru. suķ : çarşı. sukum: yüz, çehre. sulaħ : sulak, suyu bol toprak. sumsuk: sevimsiz, huysuz. sust : gevşek. suvağ: sıva, badana. (suvaħ) suvaħ: sokak. (suvaķ) (soħaħ) suvarmak : sulamak, su içirmek. südüzü: dinlendirilince, sütün üstünde biriken kaymak. sülepe: sünepe. sülük para: üstündeki yazı ve tuğrası silinmiş para. sümbül: başak sümdük: sevimsiz, usandırıcı, yüzsüz. sümek: taranmış yumak biçimindeki yün. sümüh: kemik. (sümük) sümündür: bulgurun ufağı, ince bulgur. sürecek: Kur’an okurken satır atlamamak için kullanılan kağıt şerit. sürgün: ağaç filizi. sürsüm: yayık. süsem: susam süslüķuyruķ: kuyruğunda siyah beyaz karışık renkler bulunan güvercin. sütbeyaz: rengi tamamen beyaz olan güvercindir. sütçürüğü: çökelek, peynir. süteçala: yoğurt mayası. (südeçalan) sütliġan: sütleğen bitkisi. sütlübuğday: iki gün süre ile süte yatırılmış buğday. sütül (I): 1.taze, yeni : “sütül buğda” ham, olmamış buğday” “sütül çay” yeni demlenmiş çay. 2.henüz sertleşmemiş başak. sütül (II): buruşmuş, pörsümüş.( şeftali, kayısı vb. için). sütül etmek: sertleşmiş buğday başağını ateşte kavurmak. süyence: önlem. süzek : süzgeç, süzmek için kullanılan bez.
Ş
şabaş:1.bahşiş. 2.düğünde çalgıcı veoyuncular için toplanan para, sevinmelik. şahan: ağacın orta bölümü. şaħda: kırağı. şahnakıran: kabakla yapılan bir çeşit yemek. şakakul: tekesakalı olarak da bilinen bitkinin yenilebilen, ak, tatlı, gevrek kökü şakama: güneşin en kızgın durumu. şakşak: 1.değirmen çakıldağı.]2.değirmen taşına tahılın döküldüğü yer. şaķşaķ: gelincik çiceği.kavun, karpuz. (şallak) şamama: küçük, kokulu, kahverengi üzerine sarı çizgili bir çeşit süs kavunu. şapalaħ: tokat.(şapalak) şapik : pantolon. şapşaplama: güvercinlerin eş tuttuktan sonra uçarken kanatlarının çıkardığı ses. şaran : altın dizisi. şarpa : baş örtüsü. şatavla: suyuna gitmek, pohpohlayıp gönlünü almak. şefġa : kasket. şeğirlen: naza çekmek. şeķal : eski , yırtık ayakkabı. (şekal) şekerķıran: şeker makası. şelav : ağızdan akan su. şelbik: maşrafa. şelek : 1.meyve posası. 2.meyvenin yenilmeyen orta bölümü. şemo : ayı yavrusu. şene : ot toplamak için dört çatallı araç, dirgen. şep : kamçı ucundaki kösele parçası. şepe (I): 1.çığ. 2.sel. şepe (II): sırtta ot, cuval gibi şeyleri taşımaya yarayan düzenek. şeperze: dağınık, bakımsız. şerbik: maşrafa. şerik : ortak. şerlük: maşrapa. şeşe : bir haftası dolan loğusaya yatağının kalkacağı gün verilen gece eğlencesi. şeve : boyna takılan kara renkli cam boncuk. şevle : şavk, ışık, akis. şeytanġulağı: salyangoz. şıķşıķ: içindeki çekirdeklerin ses çıkardığı bir elma türü. şıllamak : sıçramak. şıllıħ : tepinme, sıçrama, hoplama. şıllık. şıltaħ : yaygaracı. şınkırşak: döner tahterevalli. şil : 1.sakat. 2.şaşı. şil olmak : felç olmak. şile : 1. dövme (den) ile yapılan mahallî bir yemek.2.pirinç ya da bulgur lapası. şilopa: 1.kar ve yağmur karışımı bir yağış türü. (şilopo) 2. sulusepken. (şılıppo) şipana: kapı eşiği. şıpana) şipik: terlik. (şımıķ) 2.Arka kenarı üzerine basılmış, eskice ayakkabı, terlik. şir : şeker, tatlı şirde : boncuk dizisi. şireħana: içinde üzüm çiğnenen taş tekne. şirinnik: yeni elbise giyildiği ya da alındığında verilen armağan. şirit: çamaşır ipi. şirnek: şireli, yapışkan. şitil : 1.fide. 2.sebze fidelerini şaşırtma işi. şoba olmak: nezle olmak. şoba: nezle. şoħum: 1.sürülüp nadasa bırakılmış tarla. (şoğum) (şohum) 2. toprağın alt üst edilmesi, kazılması. şohunda: sürülmüş tarla. şolulu: düğün ve şenliklerde erkeklerin oynadıkları bir oyun. şor : 1.tuzlu. 2.salamura balık. şoraħ (I): çok tuzlu. (şorak) şoraħ (II): çorak. (şorak) şoran: yara nedeniyle, yakındaki bezelerin şişliği, ağrısı. şoratan: damdan su akması için yapılan oluk, yağmur oluğu. (şuratan) şorav: tuzlu. şorgöz: çapkın, arsız, röntgenci. şovra: sulu yemek. şuğ : ağacın bir yıllık sürgünü. şulalla-: teyellemek. şumal: düz, kaygan. şur : sabanın elle tutulan bölümünün tutturulduğu dik ağaçlar. suvaħ: sokak. (suvaķ) (soħaħ) şüfeli : işveli şümber: yığın. şüşe : 1. bardak. 2.şişe. şüven: ağlama, feryat
T
tac: tahıl denklerini, çuvallarını damgalamak için çeşitli biçimlerde oyularak yapılmış ağaç araç. tağ : kabak, karpuz, salatalık gibi bitkilerin gövde dalları. tağar : topraktan yapılmış kavanoz çömlek. taħlacı: havada takla atan güvercin. taħda : kırk elli evleklik üzüm bağı. taħtapapıç: terlik. taħtasız: patavatsız. taķaza: eski püskü. tamarzı: yoksul. (tamarzi) tamik : kağnı arabalarının tahtaları. tamu : cehennem. tandır evi: 1.tandırın bulunduğu toprak dam. 2.ekmek yapılan yer. 3.tandır bulunan, üstü kapalı, ön tarafı açık yer. (tendir evi) tandır küreği: kepçe biçimindeki kürek. tanġo : sosyete. tanri : tanrı. (tari) tap- : bulmak. tap : tepe ya da dağ üstündeki düzlükler. tapan : 1. kar süpürmek için tahtadan veya teneke ile kaplanan sapı uzunca bir alet, kar küreği. 2.tohum ekildikten sonra tarlayı düzeltmeye yarayan yassı ağaç, sürgü. tapdağ: 1.işlendikten sonra toprağı sıkıştırmaya yarayan ağır tahta. 2. basık, yassı. (3. çok çiğnenmiş işlek yol. (taptah) tapıl : biçilen ot ya da ekin bağlamı. tapıl et-: bilen ot ya da ekini bağlam yapmak için öbek öbek yığmak. tapik : duvara kurutulmak üzere yapıltırılan tezek. tapkır: bölük, manga, dizi, kafile. (tapkur) tapmace: bulmaca. (tapmaca) (tatmaca) taptapa: 1. az kalınca, ortası delik tandır ekmeği. 2 .kalın bazlamaya benzer bir çeşit tandır ekmeği 3.fırın ya da tandırda pişirilen kalın ekmek, somun. 4. peksimet. 5. yuvarlak, küçük ekmek. tapuk: tezek. tar (I): kırılamayacak denli çok buz tutmuş yol. tar (II): tavukların kümeslerde tünedikleri ağaç. taraklık: etin pirzolalık yeri. taranci: feryat figan eden. tarançilik: yaygara koparma. tarçaħ: cıvık hayvan gübresi. tarħan: iş yapmamaktan, hareketsizlikten şişmanlamış hayvan ya da insan. tarhana: pekmezden yapılan bir çeşit çerez. tarlan-: 1.(tavuklar için) kanatlarını yayarak dinlenmek. tarma: 1.ahırda yatmak üzere hayvanların seviyesinden yüksekçe yapılan düzenek. 2.tavukların tünedikleri yer, tünek. tat (I): 1.büyük kazanlarda kavurma veya helva karıştırmaya yarayan sopa. 2. yufka ekmeğini tandıra yapıştırmakta kul kullanılan ot yastığın içine konulduğu ince ağaç dallarından örülmüş, kıyısız ve düz, sepet altı biçiminde bir araç. 3. tandıra vurulduktan sonra ateşin üzerine düşen hamurun piştikten sonraki haline verilen isim. tat (II): 1. el ve ayağın etli kısmı. 2.El ayası.3.yassı. tat : 1.çirkin, sevimsiz. 2. sıra, saygı gözetmeyen, şaşkın, aptal. tatar: etin sulu az pişmiş hali. tatula: çok ekşi. tav : şişmanlık. tavla : ahır. tavtavı: aptal. tavuħ : tavuk. (toyuħ) tavuķķuyruķ: kuyruğunda sarı kahverengi tüy bulunan güvercin. tay : akran, denk, yaşıt taya (I): kuru ot yığını. taya (II): sütanne. taylaħ: toy. te : şaşma ünlemi. tebene: çuvaldız. teget : takat. tegib et-: takip etmek. tehlis: keten ya da kendirden seyrek dokunmuş çuval. tekadım: uzun atlama. tekerek: yuvarlak. tekgöz: bir gözünün tamamının siyah ve diğerinin gözbebeği ile belli olduğu güvercin. tekiş: tekleri birbirine uymayan, benzemeyen, tek kalan (ayakkabı, eldiven, öküz vb.) tekiş tüküş: birbirine uymayan, farklı terlik, ayakkabı, çorap için kullanılır. tekmik: tekme. (tebpik) (tepbik) (tepik) terbağı: çuval ağzı için yapılan yün iplik, sicim. telege düş-: kuş, tüy dökmeye başlamak. telek : 1.kuş tavuk vb. hayvanların kanat kalemleri. 2.kuş tavuk gibi hayvanların tüyleri. teleme: ağız ya da taze süte incir sütü damlatılarak yapılan süt kestirmesi. teles- : 1.acele etmek. 2.kaygıyla ivmek. telesik: ivecen. (telsik) telıķ : olgunlaşmamış kayısı. telis : bir çuval çeşidi. temiz : temmuz. ten : nem. tendır badı: tandır kenarı. tendir: tandır. tendürek: yanardağ ağzı. teneke: çap’ın beşte biri olan tahıl ölçüsü. tentene: dantel, oya. tep- : bel ya da kürekle kazmak. tepçek: 1.kürek, bel. 2.bel sapına geçirilen tahta ayakçak. tepegöz: 1.gözleri yukarı doğru kaymış (kimse). 2.önüne bakmadan sağa sola çarparak yürüyen, sakar (kimse) ter : yün ve kıl ipliklerden dokunmuş geniş gözenekli çuval. terek : raf, sergen. tereke: tahıl. teremaş: ukala, kendini beğenmiş. terençe: merdiven. terki : atın arkası. terkileş-: bir hayvana iki kişi binmek. tersipoķ: aksi, huysuz. teşi (I): iğ. teşi (II): helikopter böceği. teşt : 1. leğen. 2.büyük leğen. tevek : 1. üzüm kütüğü. 2.kış için dal ve yapraklarıyla birlikte saklanan soğan, kavun, karpuz vb. sebzeler. tevs ol-: yatışmak, durgunlaşmak. tevset-: bir kavgayı, atışmayı uzlaştırmak, yatıştırmak, tarafları barıştırmak. tevşi : bakırdan veya alüminyumdan yapılmış yemek kabı. tezeden: yeni, taze tezek : hayvan dışkısından yakacak. tezene: genellikle kiraz ağacından yapılan mızrap. tığ : 1.buğday ve arpası ayrılmamış saman yığını. kış gelmeden tığları bitirmeliyiz. 2.buğday yığını. tıħacaħ: tandırın hava deliğini tıkamaya yarayan bez tıkaç. tıħdap: tılsım. tıħmanik: kısa ve tombul kişi. tıkan : diken. tıncığmak : kokmak, bozulmak. tıntırik: ince, adi kumaş. tıntos: kavurma karıştırılan ucu yassı tahta araç. (tinos) (tintoz*) (tentos) tırana: alay, eğlenme. (tırına) tırana etmek : alay etmek. tırha : uzun ve kalın ağaç. tırıħ : sürgün, ishal. tırıħlamak : ishal olmak. tırındı: kapıların üstüne konulan uzun taş. tırşıķ : yeşil erik. tıs : insandan kaçmayıp yere sünen, kapanan güvercin, tavuk vb. tıs etmek : oyundan çıkarmak.(çocuk dilinde). tısġa : zayıf. tısġırmış: kurumuş,büzülmüş, zayıf. tıska : sarı benizli, zayıf, sıska. tıslamak : (güvercin için) Çiftleşmek. tıstayaza: karafatma. (tisdayaza) tıtıħ : işe yaramaz, eski. tıttıra : iyi dönen topaç. tike : 1. parça et. 2.parça, lokma, dilim. tikme: fidan. tilif : mandalin portakal gibi meyvelerin lifli kısımları. tintoz : pimpirikli, titiz. tir : 1.büyük taneli, yumuşak bir çeşit buğday. tir buğda: ark içine ekilmiş buğday. tirindi: pencerenin alt ve üstündeki kirişler. tiksinmek : ürkmek. titik et-: sabretmek, sabırlı olmak. titirge: meyve ağaçlarının çatlak ve yaralı yerlerinden akan zamk. tiyan : 1.çok büyük kazan. 2. orta büyüklükte bakır kazan. 3. kazandan küçük, tencereden büyük bakır kap.(tıyan) toba : tövbe. (taba) toğdoli: tıka basa, dopdolu. toħ : tok, doyuncaya kadar. toħca : doyuncaya kadar. toħlu : toklu, altı ay bir yaş arasındaki kuzu. (toklu) toħun-: tokunmak. tor (I) : 1.ince örgülü balık ağı. 2. saman taşırken kağnı arabasına takılan ot ve kendirle örülmüş ağ. tor (II) : acemi. tora çek-: aldatmak, pusuya düşürmek. torani: başıboş. torın : soylu, asılzade. torpağ: toprak. torta : tortu. 2.sıvıların içinde bulunan ya da sıvıların bozulmasıyla oluşan pıhtımsı madde, tortu. tosbağa: kaplumbağa. (tısbağa) toy : düğün. toy beyi: düğünlerde idareci, yönetici kişi. toy ħarħi: düğün halkı, düğüne gelenler. toygun: genç. toylak: toy. toytoħlusu: toy kuşu. tozaħ: toz gibi ince ve hafif yağan kar. tozara-: fırlatmak. töre- : çoğalmak. töre : eğitim görgü. tötek : dayak. tuç : tunç tufağı dağıl-: evi yurdu yıkılmak, dağılmak. tuht : elli dirhemlik eski bir ağırlık ölçüsü (bir dirhem 31 desigrama eşittir) tula : 1.köpek yavrusu. 2.küçük cins köpek. tuluħ : pekmez, peynir, yağ vb. şeyler koymaya yarayan ya da yayık olarak kullanılan deri, tulum. tulum : kadın giysisi. tum- : 1.dalmak, dalıp kalmak. 2. suya batmak, dalmak. tumağan: uzun boyunlu, siyah renkli, ördek büyüklüğünde, bataklıklarda yaşayan bir kuş. tuman: içdon, külot. tump : 1. toprak yığını, tümsek. 2.iki tarlayı birbirinden ayırmaya yarayan toprak set. (tumb) turş: ekşi. turşa-: ekşimek 2. kartlaşmak. 3.yaşlanmak. tutacaħ: sıcak kapları tutmaya yarayan bez veya örme parça. tutak: ateş üstündeki kabı tutup indirmek için bez ve benzeri şeylerden yapılan tutacak. tutamaħ: neden, sebep. [ tutmaç: küçük, dört köşe kesilerek kurutulmuş hamur ve mercimekle pişirilen bir çeşit yoğurtlu çorba. tüleğe gir-: tüy dökmeye başlamak. tülek : tüyü dökülmüş ya da kümes hayvanları. tülek : tüyünü dökmüş güvercin. tülki : tilki. türünti: başıboş, serseri. tütsi : duman. 2.Türlü ereklerle kimi maddelerin ateşte yakarak duman çıkarma (tüssü)
U
uba: komşu. uca : yüce. ucarra-: üstünde çok durmak, kurcalamak. ucun ucun: yavaş yavaş, azar azar. uçağan: karasinek büyüklüğünde, üsteki kalın, alttaki sarımtırak ve ince çift kanatlı bir böcek. ud- : yutmak, yenmek. uduz- : oyunda, kumarda yitirmek. ufo : yemek (çocuk dilinde). ulam : yüklenti, angarya. ulduz : yıldız. un : on urt : soy. urva : yufka açılırken,hamurun tahtaya yapışmaması için kullanılan kalın un. urva bezi: hamur tahtaya yapışmasın diye kullanılan kalın unun içine konulduğu bez. uş- : uçmak. uşağ : çocuk. (uşaķ) (uşşaķ) (üşağ) uşġun: salatası, turşusu, yemeği yapılan ve kıraç yerlerdeyetişen otuz santim boyunda, ekşi bir bitki. (uşkun) (uşķun) uşuğ : ince dal. utancak. Utangaç. uvan : Van uvanni: Vanlı. uylaş-: uzlamak. uyuntu: kişiliksiz, onun bunun ardına takılan, serseri, tembel, uyuşuk (insan ve hayvan hakkında). uzun ħacı: orta parmak.
Ü
ücü:ölü yıkayıcı. üçadım: bir çeşit atlama oyunu. üçtaş : halk inanışına göre, âşıklara biri erlik, biri pirlik, biri aşk için Hızır’ın içirdiği içki. üfele- : ufalamak, birini dövmek. üğre- : yavaşça sallamak. ük : 1.yük. 2. yatak, yorgan yığını. ükle- : yüklemek ürek : yürek. ürkeğen: ürkek. (ürkeğan) üsģek: yüksek (üsgek) üsgüre: topraktan yapılmış çorba tası, çukur çanak. üst : giysi. üstele-: ayak diremek, üstüne düşmek. üş : üç. üvez : bir tür sinek. üz : yüz. üzbar ol-: yüz yüze gelmek, yüzleşmek. üzbeüz: yüz yüze, yüzüne karşı. üzegelen: seçkin. üzerlik: tütsüsü nazara iyi geldiğine inanılan kokulu ot. (üzerik) üzgece kalk-: yüzmek, yüzmeye başlamak. (üzgeç ver-) üzük: yüzük. üzürgar: rüzgar. (uzülgar)
V
va,vā: acıma veya şaşma bildiren ünlem. valih ķal-: hayran kalmak. vaya bat-: kahrolmak (ilenmek anlamında) velesbët: bisiklet. vengilde-: canı yanan köpek acı acı ses çıkarmak. verdeçë: haylaz çocuk. vëren: eğri. vığıltı: ağlama, gürültü. vıjjıħ : sulu hayvan dışkısı. vıjla- : yoğurt ekşimek. vılvıl ucu: yüzük parmağı. vıngılda-: 1.çınlamak. [D.S.-Erciş] 2.hızlı devinen bir nesne, ses çıkarmak. vışh: acıma, şaşkınlık, sevgi, üşüme, acı bildiren ünlem. vız vıza: vara yoğa ağlama (çocuk için) vilen: ulan anlamında bir söz. (vulan) vula : hey, hişt. vurkun: vurgun.
Y
yad: hatır. yağış : yağmur. yağlı kara: isle yağ karışımından oluşan, halk arasında yaralara da sürülen tencere kiri. yaħacaħ: yakacak. yaħşi : iyi (yahşi) yalap yalap: parıl parıl, ışıl ışıl. yalaşdan: yalandan. yaldaħ: yalan yaltak. yaldat-: aldatmak. yalınkat: tek kat, hafif, ince. yaltahlan-: dalkavukluk etmek. yalvan: ağzı geniş, yayvan kap. yamçı: yağmur ve soğuktan korunmak için kıldan, keçeden yapılmış üst giysisi. yan avuç: tek avuç, bir şeyi tek avuçla alırken söylenir. yanacaħ: yakacak. (yanacak) yanıħ : yanık, sevdalı. yanıkara: sığırda, atta görülen bir hastalık. yankılıncı: yengeç. yanpiri: 1.yan yan yürüyen. 2.eğrilmiş, eğri, yan, çarpık. yapba: küçük parçalar biçiminde, yere ya da duvarlara yapıştırılarak kurutulan tezek. yapınca: çoban yağmurluğu, yamçı. yappa: inek pisliğinden yapılan yakacak. yaprığ: mil, yığ. (yaprıħ) yarılığa ver-: ürünün yarısına anlaşarak ortakçıya vermek. yarımcan: hastalıklı kişiler için söylenir. yarlıġ: 1.arazilerin ortak kullanımı ile gelirinin ikiye bölünmesi. 2.yarı yarıya ortak. yarlığa-: bağışlamak, korumak. yarma: 1.bulgur. 2.iri bulgur. yarpuz: yabanî bir nane türü. yasavul: 1.jandarma, yürütme erki taşıyan görevli, karakol nöbetçisi. 2.öncü, akıncı. yasdıħ: kağnılarda, arabalarda, dingil ile gövde arasına konulan yassı ağaç. yasın : yatsı. yassıla-: 1.karşısındakini hoşa gitmeyecek şekilde taklit etmek. 2. Sözü yineleyerek alay etmek. (yansıla-) yastıħ: yastık. yaşmaħlı: ayakları ve yüzünde tüy bulunan güvercin. yaşmaķ: baş örtüsü. yavruya ķusma: güvercinler belli bir zamana kadar yavrularını kendi ağızlarıyla beslemesi. yavşaħ, yavşak: bit yavrusu. yay ayı: yaz. yaylı : at arabası. (layli) yazı (I): alın yazısı. yazı (II): düzlük, ova. yëddi: yedi yedekle-: bir kimseyi elinden tutup götürmek, bir hayvanı yedeğe alıp çekmek. yedikardaş: büyükayı da denilen takım yıldızı. yëge : eğe. (yége) yegi : 1. yıllık yiyecek. (yégi) 2. yem. (yégi) yegin : yiğit, çevik, güçlü, hızlı, çalışkan. yeğinlik: iyilik, yardımseverlik. yëke : büyük. yéke : tek. (yeke) yel : ağrı,sızı, romatizma. yelin : inek, manda, koyun ve benzeri hayvanlarda memenin süt toplanan bölümü. yırpız : sümüklü böcek. (yelpiz) yemlik: 1.ilkbahardayetişen ince, uzun yapraklı bir bitkidir. Bazı yemeklerin yanında yeşillik olarak yenir. (yelmik) yenge : geline kılavuzluk eden kadın. yeniyetme: yeni yetişen delikanlı. yénme : inme. yépel : kırda yetişen toplanıp yenilebilen gümüş renkli bir ot. yerbasan: tüm yaratıklar. yëri- : yürümek. yerikle-: aşermek. yerikleme: gebelikte duyulan aşırı istek, tutku, aşerme. yëriş- : yetişmek, ulaşmak. yerterpenmesi: deprem. yes : sahip. yësir : esir. yeşilbaş: yeşilbaşlı yaban ördeği. (yeşil) yëte : topallama: yëte yëte gidiyor. yëtele-: topallamak. yetgin: yetkin, olgun, ergin. yetik ol-: 1.gizlice olup bitenleri anlamaya çalışmak. 2.bilgili, olgun, ağırbaşlı. yıġnaħ: yığın, topluluk (yığnaħ) (yığınak) (yığnak) yıh, : develeri çöktürmek için kullanılan ünlem. (yıħ) yıħa- : yıkamak. yıħıl- : yıkılmak yılan- : gecikmek, geç kalmak. yılġala-: titretmek, oynatmak. 2.sallamak. (yılgala-) yılgı: at sürüsü. yır : türkü, şarkı. yırġat: ırgat. yırla- : şarkı, türkü söylemek. (yırra-) yırpız: sümüklü böcek. (yelpiz) yiriyeme-: yürüyememek. yoğun: kaba, kalın, iri. yoħ : yok. yordam: kılavuz, yardımcı. yorga : atlarda rahvana yakın bir yürüyüş biçimi, yumuşak rahvan. yu- : yıkamak (yuyi-) yuban-: oyalanmak, bir şeyle meşgul olmak, eğlenmek, vakit geçirmek, gecikmek, ayak sürümek. yubat-: geciktirmek, bekletmek. yuca : yüce. yuġarlan-: yuvarlanmak. yuha : ince, sığ. (yuħa) yuħarı: yukarı. yuħu : uyku. yulduz: yıldız. yumuşan: kuşburnuya benzer bir bitki. (yemşen) 2.hezaran da denilen bir çiçek. (yemişan) yuvak: loğ taşı, toprak damı düzlemek ve pekiştirmekte kullanılan taş silindir. yüngül: hafif. yüzbar ol-: yüzleşmek, yüz yüze gelip hesaplaşmak, anlaşmak.
Z
zaftol-: zapt olmak. zağ : bir yaşında kara karga. zağar : küçük köpek. zahar: her halde, evet, öyle. zaħma: etli pilav. zarıncı: yatalak hasta. zaro : çok yaşlı. zebellaġ: iri yarı. zegerek: ketentohumu. zëħër : zehir. zehre : zahire. zëħrimar: çok acı, zehirli. zelle- : çok fazla tuvalet yapmak. zembül: zembil, sepet. zép : çanak ve çömleğin kırık ve çatlağını kapatmak için kullanılan macun. (zep) zeple-: toprak kapların kırık ve çatlaklarını macunla kaplamak. zerdele: kaysı. zerinġadek: bir zambak türü. (zerinģedek) zernebat: 1. Erek dağı eteklerinde çıkan güzel bir su. 2. Çeşme. zeynep: göğüste ve kuyrukta kırmızımsı (kahverengi) rengin bulunduğu güvercin. zeyturun: toplanıp kurutularak kurutlu köfte, içli köfte gibi yemeklere lezzet ve koku verir. zıbırt- : kavga, çatışma, tartışma sırasında karşısındakini sindirmek ya da kaçırmak. zıbıt- : delirmek. zıķķım: zıkkım, zehir (beğenilmeyen, hoşa gitmeyen kişi ve durumlar için söylenir). zılgıt : paylama. zılıtto : 1.işsiz güçsüz, serseri. (zılıddo) (zılıto) (zilito) 2.eğlendiren, güldüren, palyaco. zır : kuşun çalınıp veya alındıktan sonra eski yerine döneni. zırnığ : çok az, azıcık. zırt : yalan. zırt at-: yalan söylemek. zırtçı : yalancı. zırto : münasebetsiz, patavatsız. zırza : kapı mandalı, kilit. zibil : çer çöp. zilep : aşınmış. zilerep: rengi tamamen siyah olan güvercin. zilf : zülüf zilve : eskimiş, yırtılmış giysi. zinge : taban suyu fazla olan toprak. zingilde-: baş zonklamak. zir : çay tabağı. zivan (I): buğday tarlalarında biten tohumu acı bir ot. zivan (II): sivilce. zoğ : ceviz ve kayısı silkelemekte kullanılan uzun sırık. zongulda-: zonklamak. zot : emir, zor, kıyım. zubara (I): 1. parasız yapılan iş. 2. yardımlaşarak çalışma. 3. parasız çalıştırılan işçi. zubara (II): küme. zulumat: aşırı karanlık. züv- : kaymak. KAYNAKLAR
- AKSU, Nurettin-IŞIK, Ayfer (1997), Türkiye Türkçösü-Kırgız Türkçösü
Sözdügü, İstanbul: MEB. Yayınları
- ALPER, Cengiz (2003), Çeşitli Yönleriyle Erciş, İstanbul.
- ATALAY, Besim (1970), Abuşka Lugati veya Çağatay Sözlüğü, Ankara.
- ATALAY, Besim (1943), Divanü Lügati’t-Türk Dizini, Ankara: TDK Yayınları
- CAFEROĞLU, Ahmet: (1995) Anadolu İlleri Ağızlarından Derlemeler
(Van, Bitlis, Muş, Karaköse, Eskişehir, Bolu ve Zonguldak İlleri Ağızları), Ankara: TDK Yayınları
- CLAUSON, Sir Gerald (1972), An Etimological Dictionary of Pre-
Thirteenth-Century Turkish, Oxford, 1972
- DAĞLI, Y. ve diğ. (2001), Evliya Çelebi Seyahatnamesi: (Topkapı Sarayı
Bağdat 305 yazmasının transkripsiyonu- Dizini) IV. Kitap, İstanbul: YKM Yayınları
- KARAHAN, Leylâ (1996), Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması, Ankara:
TDK Yayınları
- ERCİLASUN, A.B. ve diğ. (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü,
Ankara: TDK Yayınları
- KAYAÇELEBİ, Kaya (1990), Doğunun Yıldızı Van (Her Yönüyle), İstanbul:
Zafer Matb.
- KENESBAYOĞLU, İ.K ve diğ.(1984), Kazak Türkçesi Sözlüğü, (Terc:
Hasan Oraltay, Nuri Yüce, Saadet Pınar) İstanbul:Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları
- KILIÇ, Orhan: XVI. Ve XVII Yüzyıllarda Van, Van Belediye Başkanlığı
Yayınları, Van 1997.
- ÖNAY, Yılmaz (1995), Van Masalları Üzerine Bir Araştırma, Van: Yüzüncü
Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. (Yayınlanmamış Doktora Tezi)
- ÖZTÜRK, İrfan (2001), Adilcevaz Ağzı (İnceleme-Metinler-Sözlük), Van:
YYÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi)
- SARICA, Bedri (1999) “Van Ağzı” 75. Yılında Van, Ankara: Van Valiliği
Yayınları
- SARICA, Bedri (2003), “Van Ağzının Oluşumu ve Bazı Özellikleri”, İstanbul:
İlmî Araştırmalar, 15. sayı, s. 53-72
- SARICA, Bedri (2006), Van Gölü Çevresi Ağızları Sözlüğü, Ankara: Atlas
Yayınları.
- SARICA, Bedri (2004), “Van’da Güvercin Yetiştiriciliğinde Kullanılan
Sözcükler” Ankara: Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Kaynak Araştırmaları Dergisi, s. 18, s. 317-332.
- Ş. SÜLEYMAN EFENDİ (h.1298) Lugat-i Çağatayî, İstanbul: Mihran Matbaası.
- TALAY, aydın (1988), Bizim eller Van, İstanbul: İhlâs Matbaacılık-Gazetecilik
ve Sağlık Hizmetleri A.Ş.
- TEKİN, Rahmi (2000), Ahlat Tarihi, İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı
Yayınları
- Türkçe Sözlük (1988), Ankara: TDK Yayınları
- TÜRKDOĞAN, Orhan (1995), Güneydoğu Kimliği, Bolu: Türk Ocağı Bolu
Şubesi.
- Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü (1993),, I-XII c., Ankara:
TDK, Yayınları
- UZLUK, Feridun N. (1963), “Karaman-Oğulları Hakkında İki Ağıt”, TDAY
1962, Ankara: TDK Yayınları, s.67-105.
- Van Kütüğü (1993), Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları
- ZÜLFİKAR, Hamza (1978), “Van Gölü Çevresi Ağızlarının Özellikleri”,
Ömer Asım Armağanı, Ankara: TDK Yayınları Ankara Üniversitesi Basımevi,
- 297-317.