Komik Bir Van Masalı
Genç Yazar Semih Yaprakdal'ın; Van'ın tarihi değerleri, doğal güzellikleri, kültürel zenginlikleri ile örüntülediği ve sonunda gökten otlu peynirin düştüğü komik bir Van Masalı...
Camındaki kiri, gördüklerine bulaştırarak güzellik adına her şeye körleşenlerin ve her şeyin en doğrusuna sadece kendilerinin vakıf olduğunu düşünenlerin daha dünyaya gelmediği zamanların birinde; Vangölü'nün derinliklerinde İnci Kefalistan adında bir ülke varmış.
İnci Kefalistan
Ülke adından da anlaşılacağı üzere bir inci yurduymuş. Ama zamanla Amerika Devleşik Milletleri'nin oyununa gelerek inci adına bir şey bırakmamışlar ellerinde. Amerika, altlarındaki donlarına da elini uzattığı zaman anlamışlar gerçeği ama çoktan iş işten geçmiş, ah vah etmişlerse de fayda vermemiş. Hâl böyle olunca yeni geçim kaynakları aramışlar ve ot ile peynirin birleşiminden; otlu peyniri icat etmişler ve ilk icraatları bir Peynirciler Çarşısı kurmak olmuş. Bununla da yetinmeyerek envai çeşit lezzetten oluşan serpme kahvaltı sürümüne kadar yükseltmişler kendilerini.
Kel Edoş
Ellerinden çıkan zenginlikleri, canlarını yaksa da ülkelerine ikinci bir baharı yaşatma denemeleri, ufak ufak sonuç vermeye başlamış; ilk Kahvaltıcılar Sokağı da böylelikle bu sualtı ülkesinde kurulmuş. Bütün halk bu işe yönelince yeni iş arayışlar başlamış; ülkedeki kel kafalı, döşü kıllı bir mucit, değişik bakliyatları bir araya getirmiş ve çökelekle birleştirmiş, ortaya yeni bir yöresel yemek çıkartmış. Kel kafası ve kıllı döşüyle meşhur olduğu için de yemeğine "Keldöş" adını vermiş. Ve zamanla bu ad halk tarafında evrilerek "Keledoş" olmuş.
Van Yemeklerinin Asıl Tarihi
O Kel Kafa yemek çıkartıyor da bizim neyimiz eksik, diyen bir grup kıskanç insan, birbirlerinden bağımsız yeni yemekler bulmaya başlamışlar. Bu sayede adı ayran gönüllüye çıkanın bulduğu yemeğe "Ayran Aşı"; gezgin ve şen ruhlu olanınkine "Sengeser", milliyetçilik damarları kabarık olanın bulduğuna "Kürt Köftesi"; kuru ot satıcısınınkilere "Kurut Aşı ve Kurut Köftesi"; çileli bir hayat geçireninkine "Cılbır"; ekşi suratlı olanınkine "Ekşili"; halsiz bir görüntüye sahip olanınkine "Helise"; hava durumu sunucusu olanınkine "Borani"; balıkçı olanınkine "Askıda Tandır Balığı" kepçe kulaklınınkine "Kaşık Tatlısı"; aşktan ciğeri yananınkine "Ciğer Köftesi"; İran kökenli olanınkine "Acem Köftesi"; göz pınarları kuruduğundan dolayı ağlamak için soğan kullananınkine "Soğan Dolması"; Erik Dalı Gevrektir şarkısının söz yazarı olanınkine "Erik Kızartması"; gece yatağına çişini kaçırmakla bilineninkine "Çiriş Pilavı"; gâvurun tohumu diye lakap takılanınkine "Gavut (Kavut)"; kurbandan kurbana kavurma yiyebilen fukaranınkine ise "Kavurmalı Uşgun Eşkilisi" adını vermiş halk. Onca çaba göstererek buldukları yemeklere, dokuza çıkan ve sekize indiremedikleri adları verilen bu adamlar; mâdem adımız çıkmış, o hâlde bize de bundan ekmek yemek düşer, diyerek patentini aldıkları bu yemeklerin tarifini vererek kendilerine geçim kaynağı bulmuşlar.
Tamara'nın 13 Ablası
Ama konumuz bu değildi. Asıl anlatacağım; bu ülkede yaşayan güzeller güzeli Tamara adlı deniz kızı idi. Tamara, az önce bahsini ettiğim ülkenin hükümdarının en küçük kızıymış. Kendisinden büyük; Bahçesaray, Başkale, Çaldıran, Çatak, Edremit, Erciş, Gevaş, Gürpınar, İpekyolu, Muradiye, Özalp, Saray ve Tuşba adlarında 13 tane ablası varmış.
Annesi, ülkelerine saldıran Vangölü Canavarı'nın askerleri olan; her iki gözü farklı renkteki Van Kedileri ile olan savaşta şehit düşmüş, Tamara ve ablalarına da babaanneleri bakmış. Bir ordu kızla uğraşmaktan kadıncağız tansiyon hastası olmuş. En çok da bağımsızlığına düşkün 65.5 yaşındaki Erciş'in, geçmek bilmeyen ergen halleri yıpratıyormuş kendisini. Ama evladın evladı; atsan atılmaz, satsan Letgo'da bile alıcısı bulunmaz, deyip kahrını çekmeye devam ediyormuş.
Elsi Poşetiyle Tamara'yı Çatlatan Ablaları
Bu kızlar, 18 yaşına gelinceye kadar ülke sınırları dışına ve su üstüne çıkamıyorlarmış. Tamara da 18 yaşın altında olduğu için gezemez ve genel kültür bilgisi sıffır, sıffır, sıffır imiş. Babaannesinin anlattıkları dışında bir şey bilmezmiş. Tabi ablaları o yaşı geçtikleri için her yere giderlermiş. Hâttâ su yüzüne çıktıkları zaman, Vangölü'nün etrafına kurulmuş olan Van diye bir şehre gelen İranlı turistleri bile görürlermiş, ellerindeki bir ton Elsi Wayikiki poşetleriyle. Akşam eve döndüklerinde de bunları ballandıra ballandıra anlatarak, Tamara'yı meraktan çatlatırlarmış.
Tamara'nın ablaları ile babaannesinin anlattıklarına göre; bu insanların üzerinde durdukları "ayak" denilen araçları varmış. Bunlarla istedikleri yere giderlermiş. Tarif ettiklerine bakılırsa, bu ayaklar deniz kızlarının balık modelli, pullu abiyelerinin altındaki organlara benziyormuş. Ama onlar yürürken, deniz kızları yüzüyorlarmış. Duydukları karşısında her seferinde şaşkına dönen Tamara; önce Sübhanallah, diyerek şaşkınlığını belirtir, sonra da gaza basıp süb, süb, süb... diyerek zikre girermiş.
Tamara Urartu Kralının Genç Oğluna Vurulur
Gel zaman, git zaman Tamara reşit olmuş, ilk oyunu bile kullanmış. Sonra ilk iş olarak su yüzüne çıkmaya karar vermiş. İlk çıkışında da Vangölü'ne sadece orada yaşayan İnci Kefali balıklarını avlamaya gelen, Urartu kralının genç oğluna göz koymuş. Hayatında böyle ensesi güneşten kararmış, Van şivesi kullanan, yer yer de kaslı olan bir erkek görmediğini hatırlamış. Gönül bu ota da konar, otlayana da, deyip aşk şarabı yerine gölün sodalı suyundan içmiş. Böylece aşkından gaz bombasına dönen şişik karnı, zaaart, diye çıkan bir ses sonucu arkasında çıkan su baloncuklarıyla inivermiş ve rahatlamış.
Genç, biraz balık avladıktan sonra kıyıya dönmüş, Tamara da su altındaki evine.
Daha sonra her bulduğu fırsatta su yüzüne çıkmaya başlamış ve lise önlerindeki kekolar gibi o genci, dikizlemeye başlamış. Ama böyle olmaz, boynuzum ablalarımın kepçe kulaklarını geçmeli, diye düşünerek Vangölü Canavarı'nın üfürükçü karısına gitmiş ve kendisine bir çift ayak çıkartması için muska yaptırmasını istemiş. Kadın, her şeyi bildiğini ifade ettikten sonra eğer kendisine sesini verirse karşılığında bunu yapabileceğini söylemiş ve o genci kendisine aşık edemezse de su üstündeki köpüğe dönüşerek yok olacağını belirtmiş. Tamara, kabul edince de; eline aldığı makasla Tamara'nın alt tarafı balık modelli olan pembik abiyesine, derin bir yırtmaç açmış ve içerdeki kıllı bacaklarını dışarı çıkartmış.
Bu kadar kolay olacağını bilseydim anamın katilinin karısına gelmezdim, diye çığırtkanlık yapmaya çalışan Tamara, bakmış ki sessiz moda çoktan geçmiş. Mâdem sesimi kaybettim bari aşkda kazanayım, diyerek hızla kulaç atarak Van şehrinin İskele Sahili'ne kadar gelmiş.
Kıyıya çıkınca Van Kalesi'ne karşı oturarak biraz kaçak çay içmiş, çekirdek çitlemiş, kabuklarını da yere atmış. Daha sonra da ilk defa ayağa kalkmış ve manken yürüyüşüyle otobüs durağına gitmiş. Mor otobüslere binmiş; öğrenciyim, öğrenci kimliğim de çantamda, diye şoförü kandırmış. Öğrenci parası vererek şoförün hemen arkasındaki arkaya bakan koltuğa ilişmiş. Midesi bulana bulana Urartu kralının evine kadar gitmiş.
Şammamme Oynayan Kalabalık
Evin önündeki sokakta mahşeri bir kalabalık görmüş. Dünya kadar insan, saz ekibinin coşkulu çalışıyla kendinden geçercesine Şemmame oynayıp, li li li liiii, diye zılgıt çekiyorlarmış. Aha sokak arasında düğün var, en sevdiğim, diyerek kenarda durarak düğüne gelen oğlanları kesmeye başlamış. Sonra da oraya geliş amacını hatırlamış ve gönlünün konduğu otu, afedersiniz genci aramaya başlamış.
Ah Tamara Gırran Düşe İçine
Birde ne görsün, aradığı oğlan bir masada yanında gelinlikli bir kızla oturuyormuş. Kül başıma, deyip ağlamaya başlamış. Son bir umut belki bana aşık olur, diye yanına yanaşmış ve kulağına eğilip; ben Tamara, ex aşkın pardon platonik sevdalın, demiş ama sesinin çıkmadığını hatırlamış. Damat, ne disen wle, diye bağırınca da cebinden çıkardığı sümüklü mendile maruzatını yazıp uzatmış. Damat, okumuş ve; de Kur'an, beni sevisen, diye soru işareti olmayan ama soru cümlesi olduğunu da vurgulayan bir cümle kurmuş. Sonra da ama ben evleniyem seni, Necip Xoca'ya alağ; o bekârdır, evlenmek de istiyi, diye eklemiş. Tamara, Youtube'den Van'lı Necip Hoca'nın nasıl bir fenomen olduğunu ve istese de muska yüzünden onunla evlenemeyeceğini bildiğinden, kabul edememiş ve birden köpük olmuş; şılop, diye damadın demli çayının içine düşmüş. Damat, ayağa kalkıp; ah Tamara, belki gıran düşe köküne, çayımın içine niye edisen, diye bağırmış ve çayı kafasına dikip boğazını yakmış. Ondan sonra da delirmiş, kral babası tarafından Vangölü'nün içindeki üç adadan biri olan ve üstünde kilise bulunan adaya yerleştirilmiş.
Zamanla adada deli divane gezerek; ah Tamara, diye diye ada, halk tarafından "Ahtamara" diye isimlendirilmiş. Kulaktan kulağa yayılırken de "Akdamar" olmuş. Kiliseye de: Akdamar Kilisesi, denilmiş...
Bu masal da böylece bitmiş oldu. Gökten otlu peynir düşebilir, hemen terk etmeyin burayı derim.
Yazan: Semih Yaprakdal